Başlangıç

1.2K 29 2
                                    


22 Şubat Perşembe. 2011.
Benden çok değerli bir şeyi çaldılar.
Sebep olan herkes bedelini ödeyecek.

***

"Ansel." Dedim kürkümü ofisimin köşesindeki askılığıma asarken. Yılın bu zamanları Sicilya soğuk oluyordu. "Bugün ki toplantıların dosyalarını masama bırakır mısın?"
Uzun ama ince asistanım gözlüklerini orta parmağıyla alnına doğru ittirirken elindeki bir yığın klasörü cam masama bıraktı. Kahvem çoktan hazırlanmıştı.
Parmaklarım sıcak espresso bardağına sarılırken bir yandan da dosyaları karıştırmaya başladım.
"Arabuluculuk, arabuluculuk, arabuluculuk... tanrı aşkına bugün sadece bunlar mı var?"
Ansel omuz silkerek "Maalesef." Dediğinde kahvemden büyük bir yudum daha aldım. Son günlerde kafam yine dalgınlaşıyordu ve benim kafamı açacak yeni bir şeylere ihtiyacım vardı.
Tarih yaklaşıyordu.
22 Şubat.
"Benim bilmediğim yeni bir plan var mı?" Ansel asla teknoloji kullanmayı seven biri olmamıştı. Hukuk firmamı kurduğumdan beri benimle çalışıyordu ve her zaman notlarını bin bir farklı ajandaya not alırdı. Sarı saçlarını önünden ittirerek sayfaları karıştırırken "Bir tane." Dedi.
"Bay Constantino gelecek. Bu sabah haber verdi."
"Pekala, teşekkürler." O eşyalarını alıp cam kapıların ardındaki masasına geçerken kitaplığımın arkasına gizlenmiş viski bölmesine yürüdüm. Kendime yarım kadeh skotch doldururken bir yandan da ofisimin tamamen camdan oluşan manzarasına bakıyordum.
Sicilya tüm ihtişamıyla önümde uzanıyordu. Başarılı bir şirketi olan başarılı bir avukattım. Güçlüydüm. Ama bunlar canımı sıkan şeyleri ortadan kaldırmıyordu.
Hayat bana karşı pek adil olmamıştı. Ama çoğu insana göre bir yerden sonra şansımın döndüğünü söyleyebilirdik. Eğer İtalyan mafyası tarafından evlat edinmek şans sayılabilirse. Salva Constantino, Cosa Nostra'nın başıydı. Onun hanesine girdiğimde on beş yaşıma yeni basmıştım. Kabus gibi geçen gecelerden sonra insan alışmaya başlıyordu. Ona, ailesine, malikanelerine, her tarafta kov gezen korumalarına.
Ama hiçbir zaman tam anlamıyla ailem olamamışlardı. Benim tek bir ailem vardı. Onu da o gece kaybetmiştim. On beşinci yaş günümde. Anlaması güçtü. Birbirimize ait olan tek şeylerdik ve küçükken bunun sonsuza dek süreceğini sanırdım. Ama büyümek, böyle olmadığını anlamama yetiyordu. Yine de pes etmemiştim. Mezarını bulana kadar.
Damian Vetrov.
İzbe bir yol kenarında, kimsesizler mezarlığında o ismi gördüğüm gün içimde bir şeylerin öldüğünü fiziksel olarak hissetmiştim. Bunun olmasının olasılığı neydi? Yetimhanede birlikte büyüdüğünüz, aşık olduğunuz ve asla tanımadığınız ailenizin yerine geçen birinin önce sizi terk etmesi, ardından da ölmesinin olasılığı neydi?
Mezarını açtırmayı her zaman çok istemiştim. Ne zaman öldüğünün tarihi yoktu. Ama ben onu dört yıl önce bulmuştum. Yine de açtırırsam eğer göreceklerimden korkuyordum. Kafamdaki son hali her şeye rağmen neşeyle gülen, gamzeleri belirgin genç bir çocuk olarak kalsın istiyordum.
Onu son gördüğümde on sekiz yaşına girmek üzereydi. Son zamanlarda fazlaca boy atıyordu ve o zaman bile aramızda en azından on beş santimetre vardı. Yakında yetimhaneden atılacağı malumdu. Kaldığımız yer asla birine hayrına bakmazdı. Zaten o da kalmak istemezdi. O zamana kadar durmasının tek nedeni bendim. Birlikte kaçamıyorduk. Onun kadar atletik olamamıştım hiçbir zaman. Ve onun yanımda olması yetimhanedeki görevlilerin bana zarar vermesini engelleyen tek şeydi.
Acı acı gülümserken içkimden bir yudum daha aldım.
Hayatımdan çıktığı güne sadece üç gün kalmıştı. Aynı zamanda benim doğum günüme. Onu kaybettiğim güne.
"Bayan Castelli toplantı odası hazır." Ansel beni düşüncelerimden ayırırken viski bardağını yavaşça masaya bıraktım. Artık bunları düşünmemem gerekiyordu. Yakında yirmi sekiz olacaktım. Üzerinden yıllar geçmişti. Geçmişin beni avlamasını engellemem gerekiyordu.

***

"24,25,26.." ter damlaları yüzümden mata düşerken durmadım. "27,28,29.."
"İyisin, benim şınav rekorum 22." Orya üzerime bir havlu fırlatırken onu görmezden geldim. Kafamdaki sesleri susturabilmek için son günlerde donanmanın spor salonunda daha fazla zaman geçirir olmuştum. Burada kimse beni rahatsız etmeye cesaret edemezdi. Normal bir spor salonunda ise zaten patlamaya hazır bir bomba olduğum için bana ters bir bakış atan adamı ikiye bölebilirdim.
"Artık albay değilsin Czar, erleri tedirgin ediyorsun. Sen varsın diye çalışamıyorlar."
"34,35,36,37.. yani? Tedirgin oluyorlarsa bir şeyleri yanlış yapıyorlar demektir. Ben onlara düzeltmeleri için fırsat veriyorum işte." Orya'nın iç çekişi kulağıma geldi. Haklıydı, günlerdir ne zaman içeri girsem etrafımdaki askerler kaçışıyordu. Artık üstleri olmasam bile benden hala aynı derecede korktukları aşikardı.
"43,44..45."
"Artık şov yaptığını düşünüyorum."
"Neden, çünkü sen yapamıyorsun diye mi?" bana attığı havluyu alıp pis pis sırıtarak boynumu ve yüzümü silerken onun suratı memnuniyetsiz bakıyordu. Hafif çekik gözleri daha da kısıldığında güldüm.
"Neyse ki bende sende olmayan bir şey var." Dedi yüzünde geniş bir gülümseme yayılırken. "Bu surat."
"Haklısın, kiliseye gittiğimde bunun için şükretmeyi hep unutuyorum."
"Tanrı şahidim olsun seni bir gün geberteceğim." Orya ile donanmaya girdiğimizde tanışmıştık ve nasıl olduğunu anlamasam da o zamandan beri bir aradaydık. Hangi köşeyi dönsem karşıma çıkıyordu.
"Neden buradasın?" dedim suyuma uzanırken.

Soluk suratından sıkıntılı bir ifade geçti. Konunun neyle ilgili olduğunu tahmin edebiliyordum. Donanmadaki görevimi bıraktığımdan beri Rus ordusu ve hükümeti bana yapmam için başka şeyler veriyordu. Kısmen pis işlerini diyebilirim. Geldiğim yer dolayısıyla buna yatkın olduğumu düşündükleri ortadaydı. Ama bu ay yeni bir iş yapacak durumda değildim. Kafamda bin bir türlü düşünce dönüyor ve eğer direnseydim ve kurtulabilseydim ne olurdu diye düşünüyordum. Ne olurdu?
14 yıl oldu Czar. 14 yıl.
"Senin Orlando Brown diye bir herifi takip etmeni istiyorlar."
Bu ismi daha önce de duymuştum. Amerikalı bir iş adamı ve aynı zamanda saman altından insan ticareti yapmasıyla biliniyordu. Tek sorun bunun kanıtlanamıyor oluşuydu. Çok titiz çalışıyordu.
"Ben ne zaman rus ajanı oldum?" dedim soyunma odasına gitmek için kalkarken. Sabah sekizden beri buradaydım ve şimdiden üç saat olmuştu bile.
Orya adımlarını hızlandırıp bana yetişirken "Bilmiyorum, sanırım işler böyle yürüyor." Dedi. Evet, sanırım ordudan asla çıkamıyorduk. Ben Albay olarak görevimi bırakalı sekiz ay olmuştu. Sekiz aydır ayrı ayrı dört farklı kişiyi takip etmiş ve işlerini bitirmiştim. Bu konuda kendimi rahatsız hissetmiyordum. Hepsi bir şekilde hükümete bulaşmış ve beş para etmez insanlardı. Ama bu Orlando denen herif Rusları kızdıracak ne yaptı hiçbir fikrim yoktu.

"Nereden başlamamı istiyorlar." Terli kıyafetlerimden kurtulup duşa girdiğimde kendimi soğuk suyun altına attım. Orya kabinin arkasında bir süre sessizce durdu.

"İtalya."

Kanım donmuştu. Soğuk su bedenimden aşağı akarken hislerimi yitirmişim gibi bir süre orada dikildim. İtalya. Ruhumun öldüğü yeri seçmeleri çok manidardı.

Orya ses vermememden endişelenmiş olacak ki "Czar." Dedi. O biliyordu. Hayatımda olan biten her şeyi sadece o biliyordu. O kadar bulaşık bir insandı ki bir süre sonra anlatmamak imkansız hale gelmişti.
"Senin için zor bir yer olduğunu biliyorum ve uğraştım. Hatta ben kendim gitmeyi bile teklif ettim ama istemiyorlar." Sesindeki çaresizlik gerçekten uğraştığını gösteriyordu.
Su yanan bedenimi yatıştırmak için üzerimden akıp giderken geçmişi düşündüm.

Henüz beş yaşındayken annemin bir fahişe oluşunu hatırlıyorum. Sonradan müşterilerinden birinden kaçmak için nasıl en ucuz ulaşımla beni İtalya'ya kaçırdığını. Ama orada da aynı şeyi yapmanın bir yolunu bulmuştu. Bense sadece ayak bağı oluyordum. Beni yetimhane kapısına bırakıp gittiğinde yedi yaşındaydım. Farkındalığım yaşımı geçiyordu. Oranın ben kaçana kadar cehennemim olacağını daha adımı ilk attığım anda anlamıştım. Zaten cehennem gibiydi de. O gelene kadar.

Soğuk su artık sıcak gelmeye başladığında gözlerimi açtım.

"Tamam. Bana gerekli dosyaları, belgeleri, her şeyi göndersinler gideceğim." Bunu bana yaptıran neydi bilmiyorum. İçgüdü. Hisler? Emin değilim. Ama o an gitmezsem çok şey kaçıracakmışım gibi hissediyordum.
"Dostum, Evangelina öldü. Orası senin mezarın gibi. Buraya seni ikna etmeye gelmedim. Birlikte düşünüp bu işin içinden sıyrılmana bir yol bulalım diye geldim.
Orya'nın kelimeleri boğazımı yakarken bir havlu alıp soğuk salona adımımı attım.
"Gideceğim Orya."
Solgun teni neredeyse beyaza çalıyordu. Benim için benden daha çok endişeliydi.
"Orada kendini öldürüp gelme."
"Bunu neden yapayım?"
"Bilmiyorum, bu bana bir intihar görevi gibi geliyor."

Evet, bana da öyle geliyordu.

Merhabalar, bu benim yıllar sonra yazdığım ve kafamda çok uzun süreden beridir dönüp duran ilk kurgum. Daha önce Wattpad üzerinden iki farklı roman yayınlasamda artık hesabımın şifresini hatırlamadığım için yeni bir sayfada başlangıç yapıyorum. Umarım sizler de beğenirsiniz.
 İlk bölümler biraz kısa olacak, bunu şimdiden belirtmek isterim. Büyük ihtimalle ilk zamanlarda, belki de hiçbir zaman, düzenli bir okuyucu kitlem olmayacak ama bölümleri düzenli aralıklarla atmaya çalışacağım. Aklımdaki plan ilk yüz sayfaya kadar olabildiğince sık bölüm yüklemek, sonradan ise haftanın belirli bir gününde yüklemek şeklinde. 
Şimdiden keyifli okumalarr.

Ölümcül TakıntıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin