Güneş, yavaş yavaş batarken çiçeklerimin süslediği penceremden dışarıyı izliyordum. Yapacak daha iyi bir işim yoktu. Zamanımın çoğunu burada, camımın önünde geçiriyordum. Kimseyle konuşmak, derdimi anlatmak gibi bir derdim yoktu. Beni anlayacak kimsem yoktu zaten.
"Zeyno, içeri gelebilir miyim?"
Onun dışında.
"Gelebilirsin Çağrı." diyerek penceremin önünden çekilip yatağıma oturdum. Çağrı, yüzündeki tatlı gülümsemesiyle odaya girdi ve sadece onun oturmasına izin verdiğim sandalyeme oturdu. Eliyle komodini gösterdiğinde orada duran tatlı poşeti yeni dikkatimi çekmişti.
"Bak sana ne aldım." dedi neşeli bir sesle. Heyecanla poşeti açıp ekleri çıkardım. Gözlerim sevgiyle büyürken ağzım sulandı. Eklere bayılırdım!
Heyecanla Çağrı'nın yanına giderek kollarımı boynuna doladım. "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim Çağrı!"
Büyük bir huzurla kokusunu içime çekerken "Birkaç sefer tatlı almadan gelince asmıştın o güzel suratını, ben de dedim ki tatlımı tatlısız bırakmayayım." diye mırıldandı. Güçlü kollarıyla belimi sarmıştı.
Bir süre öyle kaldıktan sonra ayrıldık ve ikimizde eklerden yemeye başladık.
Suratında huzursuz bir ifade oluşunca bir şey söylemek istediğini ama zorlandığını anladım. Cesaret vermek istercesine konuştum. "Çağrı, sorun neyse söyleyebilirsin. Çekinme lütfen."
Çağrı kafasını hızlıca iki yana salladı. "Sorundan değil de... Mezuniyet gecesiyle alakalı." dedi kısık bir sesle.
Lokmam ağzımda kalırken, gözlerime yavaş yavaş dolan yaşları geri yollamaya çalıştım. Hayatımızın mahvolduğu o lanet gece. Büyük heveslerle, güzel hayallerle başlayıp felaketle sonlanan, Duru'yu öldürmekle suçlandığım o gece.
Duru'yu hatırlamamla daha fazla kendimi tutamayıp gözümden akan yaşla eş zamanda bir hıçkırık kaçtı boğazımdan. Onu özlüyordum.
Çağrı sıkıntılı bir nefes alıp yanıma geldi. Yatağıma oturup kollarıyla beni sarmaladı. Ben hıçkırarak ağlarken; sakinleştirici sesiyle güzel kelimeler söylüyor, saçlarımı okşuyordu.
"Ben katil değilim," diyebildim zar zor. İki sene geçse de acısı, hissetirdikleri aynıydı. Zaman acının ilacı değildi. Sadece acının üstüne katman katman yeni duygular eklerdi. Bu da sizi farklı duygular hissetmeye mecbur bıraktığından atlattığınızı zannederdiniz. Fakat o elzem his kendini bir notada, mısrada, fotoğrafta ansızın hatırlatır; kalbinizi paramparça ederdi.
Bazı acıların ilacı olmazdı.
"Biliyorum, Zeyno'm. Ben sana inanıyorum. Ben hep sana inanırım."
Elleriyle yüzümü kavradı. Göz göze geldiğimizde güzel gözlerinin dolduğunu gördüm. Gözyaşlarımı sildi. "Lütfen sadece dinle, canını acıtmak istemedim." dedi kederli bir sesle.
"Arap, ifadesini değiştirmiş. Söyledikleri senin ifadene çok benzer olduğu için dosya yeniden açıldı. Suçsuzluğunu ispatlayabiliriz."
Öyle ümitli konuşuyordu ki heveslenmeden edemedim. Sahi bu iki yıllık kabus biter, tekrar arkadaşlarıma kavuşabilir miydim? Babam evde hapis hayatı sürmemden vazgeçer, annem hasta olduğumu düşünmeyi bırakır mıydı?
Tereddütlü ama bir o kadar da heyecanlı bakışlarımı gören Çağrı gülümseyerek burun ucumu öptü.
"İyi ki varsın Çağrı." dedim içtenlikle. O çok iyi bir arkadaştı. Belki de arkadaştan öteydi.