Jakuzi, Koca Bir Saçmalık
YaseminAnnem yalnız bir kadındı. Aslında o babamla evliykende yalnızdı. Sessizce göz yaşları dökerkende yalnızdı. Babam bize kavga, göz yaşı, nefret dışında hiçbir duygu verememişti. Bazen annem babamla neden evlendiğini düşünüyordum. Neden onu tercih ettiğini?
Ama insanlar katillerinede aşık olabiliyordu.
Büyüdüğümde öğrenmiştim bunu. Boşandıklarında küçüktüm. Karanlık bir odada onların bağırma seslerini dinlerken de küçüktüm. İşte bu yüzden ben karanlıktan çok korkardım. Yatağımın baş ucunda bir gece lambam yanmadığında uyuyamazdım karanlık beni esir alacak diye.
Karanlıktan korkmayı ben seçmemiştim.
Odamdaki boy aynamdan kendimle göz göze gelmiştim. Kahverengi gözlerim, göğüslerime kadar gelen saçlarıma baktım. Saçlarımn rengi garipti. Ne kızıldı ne turuncu. Sanki ikisinin karışımı gibiydi. Annem ise güneş gibi derdi saçlarıma. Aynada göz göze geldiğim kızın gözlerinde yorgunluk görüyordum, kırıklık görüyordum. Ama bir ışık da vardı gözlerimde. Onun sayesinde... O şimdi bilmesede. Annemin mutfaktaki seslerini duyabiliyordum. Kendimle göz göze gelmeyi bırakıp okul eteğimi elimle düzeltip kahverengi saçlarımı omuzumdan geriye attım. Yerde duran okul çantamı omzuma takıp odadan çıktım.
Mutfağa girdiğimde annemin benim için hazırladığı kahvaltıya karşı gülümsedim. "Günaydın anne. Erkencisin bakıyorum."
Annem elindeki işi bırakıp bana döndü ve gülümsedi. "Günaydın bebeğim, hadi otur bir şeyler ye de öyle çık."
Aslında bir şeyler yemek istemiyordum ama zahmet verdiği için onu kırmamak adına önümdeki sandalyeyi çekip oturdum. Ben tabağımdaki kahvaltılıklardan bir kaç şeyler atıştırırıken annem ise bana sorular soruyordu.
"Derslerin nasıl gidiyor?"
Bakışlarımı tabağımdan ayırmadan cevap verdim anneme. "Fena değil."
"Anladım."
Babamdan sonra psikolojik olarak çok yıpranmıştı. Her gece beni yatırdıktan sonra ağlama seslerini duyabiliyordum. Oysa o duymadağımı sandığı için geceleri ağlıyordu.
İkimizde susmuştuk. Ben önümdeki tabağımla ilgileniyordum o da kahvesini içiyordu. Daha fazla bir şeyler yemek istemediğim içim yavaşça ayağa kalkıp anneme döndüm. "Ben gideyim artık geç kalmayayım."
O da benimle birlikte ayağı kalktı. "Tamam dikkat et kendine." Başımı sallayıp ona gülümsedim. O da bana gülümsediğinde arkamı dönüp gidecekken vazgeçip ona yaklaştım ve yanağına öpücük kondurdum.
"Sen de kendine dikkat et anne."
Annemi her gördüğümde, Dostoyevski'nin Yer Altından Notlar adlı kitabındaki şu alıntı geliyordu aklıma, "İyi adamlar yalnızlıktan ölüyor, iyi kadınlar ise kötü adamların balkonundan gökyüzüne bakarken."
O, balkondan gökyüzünü izleyen bir kadını. Ama ben olmayacaktım.
Kulağımda takılı olan kulaklığımla yürüme mesafesinde olan okuluma varmıştım. Hava soğuktu. Ellerim montumun cebindeydi. Başımda ise kırmızı berem vardı. Aslında bere takmayı sevmezdim ama kulağıma soğuk girdiğinde baş ağrılarım oluyordu ve ben baş ağrısından nefret ederdim.
Bahçeden içeri girdiğimde havanın soğuk olmasına rağmen bazı öğrencilerin dışarıda oturduğunu görmüştüm. Bakışlarımı bahçeden çekip yürüdüğüm yola çevirdiğimde kendimi kulaklığımdan gelen şarkıya kaptırmıştım. Birine çarptığımda sendeledim. Büyük bir el ise kolumu tutmuştu. Bakışlarımı anlamsızca yukarı kaldırdığımda onu görmüştüm. Kalbim sanki tam şimdi atmayı hatırlamış gibiydi. Kalbim her onu gördüğünde, daha hızlı atıyordu.
Kan, yanaklarıma hücum ediyordu. Vücuduma söz geçiremiyordum.
Gözlerim istemsizce onu incelediğinde siyah saçları alnına dökülmüştü. Siyah montu vardı üstünde ama en garip olanı ise boynunda kırmızı atkının olması. Kırmızı berem aklıma geldiğinde farkında bile olmadan uyumlu olmamıza kahkahalar atmak istemiştim. Ama tek yapabildiğim düz bakışlarla ona bakmak olmuştu. Gözlerimdeki sevgiyi saklamak her geçen gün ise zorlaşıyordu.
"Yasemin sen misin?" Mesafeli sesini duyduğumda düşüncelerimden sıyrıldım. Elini çoktan kolumdan çekmişti. Üstümde kalın mont olmasına rağmen elinin sıcaklığını sanki hissetmiştim kolumda. Ben onun söylediğine karşı anlamsızca bakarken o gözlerimin içine bakarak sorusunu tekrarladı. "Yasemin sen misin?" Gözleri anlık beremin birazını saklayabildiği saçlarıma takıldı, ama kısa süreli oldu.
O an aklıma korkunç bir şey düştü. Bilinmiyen olduğumu mu öğrenmişti? Kalbim burkuldu. Gerginlikten karnım ağrımaya başlamıştı. Beni mi bulmuştu gerçekten? Ne diyecektim ona, ben sana aşıktım ama sen hiç bilemedin. Ne gibi bir açıklama yapacaktım ki, umrunda bile olmacayktım. Bu kalbimin daha fazla burkulmasına neden olmuştu.
Gözlerimi kırmızı atkısından çekip gözlerine çevirmiştim. Gözleri benden bir cevap istercesine bakıyordu. Ellerimin titrememesini umarak kulağımdaki kulaklıkları çıkarıp ona cevap vermeye çalıştım. "Evet, benim."
Gözlerinden geçen şaşkınlığı görebilmiştim. Üstüne çay döktüğü, elini yaktığı ve sonra merhem verip yarasının geçmesine yardım ettiği kızı ben beklemiyor gibiydi. Ben gerginlikle ne diyeceğini beklerken tek dileğim beni bu kadar çabuk bulmamış olmasıydı. Şimdi olamazdı. Olmamalıydı. "Sözel derslerinin iyi olduğunu duydum."
Yutkundum. Ne diyordu bu çocuk? Beni bulmamış mıydı yani? Sözel derslerimin iyi olmasının konuyla ne alakası vardı? Ben ona anlamsızca bakarken, bakışlarımdaki anlamsızlığı görmüş olacak ki konuştu.
"Senden bir isteğim var. Beni sözel derslere çalıştır."
Ve ben bugünden sonra ona daha fazla yakın olacağımı bilemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zıt Kutuplar | yarı texting
ChickLitO sınıf birincisiydi. Ben ise ortalama bir kız. O sayısal derslerini severdi; ben ise sözel derslerini. O kitap okumayı sevmezdi; ben ise kitap okumayı severdim. Onun hayalleri büyüktü, benim küçük. Zıt insanlardık biz. Belki de bizi bir araya getir...