6.Tedavi

232 30 46
                                    

((((Birgün, bende insanlara günaydın diyeceğim.
Ve o gün gerçektende günüm aydın olacak))))



Parmak uçlarımla yüzümü ıslatan göz yaşlarımı siliyordum.
Bu da son ağlayışlarım zaten. Bu da son hissedişlerim.
Yaramı açıp tuz basmıştım, sızısını hissetim.
Bu son hissedişlerim ve her bir sızıyı hissediyor kalbim.
Yine o adını bilmek istemediğim şeyler, midemi işgal ediyorlar.
Kalkıpta yıkmak istiyordum bu, hapishaneyi.
Beni yıktıkları gibi beni yaktıkları gibi.
Üşüyorum, kalbim üşüyor mesela. Midemde fırtınalar esiyor, yağmurlar yağıyor yüreğimde.
Nasıl bir bedeldi bu? Neyin bedeliydi.
Hangi günah, bana bunları yaşatıyordu.
Sınavmıydı bu? Hani nerde o zaman kağıtlar, kalemler.
Acıtmasınlar artık canımı. İçimden küfürler savuruyorum bazen, bu yaşamak denen şeye , ama ölmüştüm ben zaten. Benim içim ölmüştü, bu yüzden içim hep üşüyordu.
Bazen sıcak su içiyorum, şu içimdeki cesedi yıkamak için.
Ve ısınsın istiyorum içim, bu üşümek bitsin istiyorum.

Hiç ısınmıyor. Bataniyelere sarılıp uyuyorum mevsim yaz olmasına rağmen. Çünkü; üşüyorum, aslında biliyorum geçmeyecek ama işte üşümekten de nefret ediyorum. Geçmiyor içimdeki üşümek.
Geçecek gibi değil iyi insanlar bedeller ödüyor. Peki ben, iyi biri miydim ki, ben iyi biri miydim diyorum. Annem adımı Beyaz koyarken ne kadar temiz bırakmıştı ki beni?
Yine bataklıktaydım.
Yine bir siyahlanmıştım.
Kalemin kağıda değişini düşünün mesela.
Aslında ikiside masum, kağıt temiz kalmayı temsil ediyordu aslında.
Beyazım diyordu ben en temiz kalmak istiyordu. Ama kalemde kalpten dökülen çizikler atmak istiyordu.
Tek suçlu siyahtı belkide, ama kimse de bilmiyordu.
Siyah neden bu kadar asil ve yalnızdı.
Çünkü; çok şey gizliyordu.
Kötülükleri gizliyordu, kusurları kapatıyordu.
Gizemliydi siyah, beyazı neden kirletiğini sorarsanız eğer..

O, kalemi tutan bir insandı. Belkide en suçlu kaderdi ve ona verilen yüktü.
Yalnızlaştıkça burda her an birşeyler kaybediyordum.

Bugün duygularımdan başlıyorum kaybetmeye.
Belkide son kaybedişlerimdir.
Havanının karardığını anlayabiliyordum.
Çünkü, odama giren ışık artık yoktu. Gecenin arkasına saklanıyordu. Başımı yastığa koydum. Sonra battaniyeyi üstüme çektim. Sadece yüzüm dışarıda kalacak şekilde.
Bataniyedeki toz kokusu burnumu dolduruyordu. Elimde ki, ekmekleri yastığımın altına koydum.
Acaba şimdimi yesem yoksa, sabah mı?
Ufff karnımda acıktı, gurultu sesleri gelmeye başladı karnımdan. Ellerimi, karnıma sardım belki geçer diye ama geçmiyordu. Keşke o acılı sosuda yeseydim. Karnım bu kadar açıkmazdı belki.
En iyisi su içmekti.  En azından mideme birşeyler girerdi. Yataktan ellerimle güç alarak kalktım. Ekmekleri yatağın altından alıp yastığın kese gibi olan kısmına sıkıştırdım. Ayaklarımı yere indirip yerimden kalktım.
Minik sesiz adımlar atıyordum ki, birden aklıma Zoe'nin yastığının altından geceleri birşeyler çıkarıp uzun süre bakıp tekrar yastığının altına koyduğu geldi.

Meraklı biri değildim ki ben, adımlarım yastığa dönerken beynim "yapma canınamı susadın" diyordu.
Tam elimi atacakken vaz geçtim. Banane niye merak ediyorsam. Arkamı dönmemle Zoe'yle burun buruna gelmem bir oldu.
"Birdaha aynısı olursa. Kendine ölmek için çözüm ararsın."
"Ben yastığı düzeltmek istemiştim."
"Küçük yalancı seni."
"Gerçekten, doğruyu söylüyorum."
"Kes sesini!"dedi.
Ve beni yakamdan tutup kapıya itti.
"Yanlış anladın"
"Yanlış yapma yanlış anlamayayım."
Bunu sakin ve imalı söylemişti. Kapıdan çıktım. Koridorda biraz yürüdükten sonra merdivenler geliyordu. Merdivelenlerden iniyordum. Fısıltı sesleri geliyordu. Bir kaç merdiven daha indiğimde Roze'yi görmeyi beklemiyordum. Ne yapıyordu ki o burada. Nereye gitti bu az önce burada değilmiydi?
Bir ses daha vardı sanki, ama görünürde kimse yoktu. Kulağıma bir ara fermuar sesi geldi. İçimde de bir fermuar kapandı sanki. Aşağı mı insem, yukarımı çıksam karar veremiyordum. Bir adım daha attım. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Sesleri daha iyi duymaya çalışıyordum. Fısıltı sesleride kesilmişti artık.
Neyapacığmı da bilmiyorum. Roze ne işler karıştırıyordu ki. Öğrenecektim, her ne oluyorsa öğrenecektim. Yani sürekli beni geçiştirmesinden çok sıkıldım.
Bir adım daha attım.
Belki attığım bu adımlar beni daha kötü bir yola itecekti. Ama korkmamalıydım.
Yavaş adımlarla iniyor her inişimde ayaklarım biryerlere saklanmak istiyordu.
Arkama dönüp baktığımda, koca bir boşluktan başka birşey yoktu.
Herkes uyumaya gitmişti. Koca bir sesizlik vardı.
Neden korkuyordum ki, birşey yoktu, sadece Roze oradaydı. Son bir kaç merdiven kalmıştı. Olabildiğince sesiz olmaya çalışıyordum. Bir fısıltı sesinden sonra ayak sesleri geldi. İyide burada kimse ayakkabı giyemiyordu ki, yasaktı. Sesin geldiği yöne yürümeye başladım.
Biraz yürüdüm lavabo da duş aldığımız yere doğru yürüyordum.
Su sesi geliyor du, "Roze" dedim.
Kısık ama hafif duyulacak şekilde.
Bir kaç kez tekrarladım. En son "burdayım" diye bir ses geldi. Sesine yaklaştım. Buradaydı. Kiminle konuşuyordu ki.
"Roze, sen kiminle konuşuyordun."
"Kimseyle konuşmuyordum."
Hafif ağlamaklıydı sesi, aramızda perde vardı o duş alıyordu.
"Duydum, biriyle konuşuyordun."
"Hayır, sen iyice kafayı yedin. Ben sadece şarkı söylüyordum."dedi.
Sanırım haklıydı. İyice kafayı yemeye başladım.
"Peki, öyle olsun"dedim.
Uzun koridorda yürüyüp muslukların olduğu yerde durdum.
Musluğu çevirdim, akıyordu su ve ben aynada kendimle karşı karşıyaydım.
"Aptal"dedim.
Aynada ki yansımama "sen aptalın tekisin. Anlıyormusun beni? tam bir aptlasın." Kendimle konuşuyordum. Gerçekten aptaldan farksızdım. Gözlerimi yumdum. Tekrar açtım. Hala iyi aptal bir kız gibi bakıyordum.
Suyu avcuma doldurup aynaya fırlattım. Kendimi görmek dahi istemiyordum. Ellerimi üst üste koyup suyun dökülmesini engelleyecek şekilde birleştirdim. Su avcumu dolduruyordu. Avcumdaki suyu içmeye başladım. Dudaklarımın arasından geçip boğazımdan akıyordu. Kokusu biraz ağır olsada mecburen içiyordum. Yüzümü yıkayıp ıslak ellerimi enseme götürdüm.  Ayna da yine kendimi görüyordum ve kendimden tiksiniyordum. Bir dakika oda ne aynanın yansımasında arkamdaki duvarda kan lekesi vardı. Arkamı dönüp kanın olduğu yere baktım. Gözlerim yeri tarıyordu. Duvarın grintili yerinde bir rozet vardı. Bu rozette neyin nesiydi.
Üzerinde 'Ariel More' yazıyordu. Neler dönüyor burada?
Demekki duyduğum sesler doğruymuş. Allah'ım sen aklıma mukayet ol. Çünkü, ben artık o kadar yoruldum ki aklımın başımda olduğundan bile şüpeliyim.
Offffff Roze ne işler karıştırıyorsun?
Beni düşüncelerimden ayıran ses Roze'ye aitti.
"Ne yapıyorsun hala burda."
İlk başta korksamda, seri bir hareketle rozeti, iç çamaşırımın kopçasına sıkıştırdım.
Sonra arkamı dönüp, "burada kan lekeleri var. Hemde taze"dedim.
Evet siyahi olabilir di ama renginin solduğunu ve gözlerini kaçırdığını görebiliyordum.
"Bilmem, b-ben bilmiyorum yani."
"Neden kekeledin."
"Polismisin sen Beyaz?"
"Öyle olduğumu varsay."
"Ama ben seni yok sayıyorum."
Titriyordu ve ağlamıştı. Yine benden birşeyler gizliyordu. Yüzünden başlayıp her hareketini seyrediyordum. Bir gariplik vardı bu işte ama ortaya çıkar elbet.
Yürümeye başladık. Üstümdeki beyaz gömleği çıkarttım. Sadece atlet kaldı üstümde. Ona uzattım.

MELEK (askıda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin