"Siyahın en koyusuydu yanlızlık; adımın Beyaz olması bile, siyahı aydınlatmıyordu."
(Medyada Beyaz'ın resmi var.)Şükretmemiz söyleniyordu. Peki ben neye şükretmeliydim. Daha kötüsünü yaşamamak için mi?
Daha kötüsü varmıydıki. Bazen tanrının varlığı konusunda boşluğa düşüyordum. İnsanlar, kötü düşünmediğin zaman sana 'saf' kavramını takıyorlardı. Peki, iyi olmak, iyi düşünmek kötü birşeyse neden savaşların durmasını istiyorlardı. Bu durumda kötüleri yüceltmeleri gerekirdi. Ben anladım iyi olunca iyi olmuyor. Ozaman neden 'iyi' diye bir kelime varki, "sen iyi birisin" diye bir kelime niye var. Bu kadar acizlik fazlaydı. Kötüydü işte kötü bir hayatım vardı. Şükredecek yer yoktu. Haytınız çalınıyor ve sizin yapabildiğiniz tek şey seyretmek aciz olmaktan nefret ediyorum.
Helikopterin kapısı açıldı. Polislerden biri önce indi. Yanımdaki inerken yardım ediyordu inende beni tutuyordu. İnmiştik tamamen artık, yürümeye başladık ama benim ayaklarım oturmaktan uyuşmuştu. Helikopteri, arkamızda bırakmıştık. Biraz yürüyünce demir kapıya varmıştık, koskacamandı 'burdan çıkış yok' diyordu. Kapı açıldı, içeri girdik. Yürüyeceğimiz yer ayrı bir taşla işaretlenmiş gibi duruyordu. Her taraftada kırmızı güller. Garipti böyle bir yer beklemiyordum. Belkide şansım dönüyordu. Bütün acılarımla gülümsedim. Hayır, hayır gülmemeliyim annem gitti. Bana gülmek yok, ben gülemem kendimi cezalandırmalıydım. "Bir, iki, üç" deyip koşmaya başladım. Polislerden biri beni saçlarımdan yakaladı. Yere yatırıp tekme attı karnıma, saçımdan tutup kaldırdı. Yumruk atmasıyla yere tekrar yapıştım.
Gözümden yaşlar süzülüyordu.
"Bir daha gülmeyeceğim anne," elimle göz yaşlarımı sildim. "Sana söz veriyorum." Polis, kolumdan tutup sertçe kaldırdı. "Bir daha sakın, kaçmaya çalışma" yürümeye başladık. Kapıdan ilk girdiğimde sesler geliyordu.
"Yapma nolur, " ağlama sesiyle birlikte çığlıklar artıyordu. Derin bir nefes aldım. Bu sefer kendim için ağlıyordum. 'Nereye düştüm ben böyle' nolduğunu bilmiyorum. Onlarında umrunda değildi. Ödevini yapmayan çocuğun korkusunu yaşıyordum. Sıramı bekliyordum. Sıra bana gelince nolacaktı, bilmiyorum. Bütün duygularım midemde toplanıyordu. Bir kaç adım sonra "şak" diye bir ses geldi. Kırbaç sesi gibi birşeydi. Bu sesi ilk duyduğumda, ruhum yüzümden çıkıyor gibi hissetim. Bu üşümeme neden oldu. Arkamı dönmeye korkuyordum. Korkuyordum işte, lanet olsun. Başımı çevirdim. Başımı çevirmemle gözlerimi yummam bir oldu. Kadını kırbaçlamışlardı. Göğsüm korkuyla yükselip tekrar iniyordu. Burda ölücem biliyorum. Ya banada işkence ederlerse, 7 yıl ben burda naparım. Belki kendimi düşünmüş oluyorum, ama başka çarem yok. O, kadının sırtını gördükçe midem bulanıyordu. Polislerle beraber yürüyordum. İnsan, kendini terk edebiliyormuydu. Kendini keşfedebiliyorsa kendini terk edebiliyordur belki, gidiyorum işte terk ediyorum kendimi. Adımı terk ediyordum, Beyaz olmak siyahı kendinden uzak tutmaya yetmiyor. Siyah belki en çok beyaza yakışıyor ama kimse bilmiyor beyaz siyaha gelene kadar ne çok kirleniyor. Beyaz Derin'de kirleniyor. Siyahın bana yakışmasına birşey kalmadı. Eğer ölmezsem, biliyorum hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Zaten hiçbirşey eskisi gibi değil. Eskidende iyi değildi ama böylede canım yanıyor. İnsanlar acı çekerken seyretmek, bilmiyorsunuz canınız yanıyor ve siz su içince geçecek sanıyorsunuz. Suyu içince anlıyorsunuz, acı biber acısı değil. Merdivenlerden iniyorduk, demir kapı açıldı. Cehenneme hoş geldin, Beyaz Derin. Bundan sonra burda yanacaksın. Kapıdan içeri girecekken polis kolumu tutup kendine çevirdi. Ellerimi tutup kelepçeyi çıkardı. Ellerime beyaz bir takım bıraktı. Tekrar içeri girdim, kadınlar sırayla dizilmişlerdi. Aralarından geçiyordum, yalnız bir sorun vardıki, bu kadınların yüzleri şişmiş, morarmış genelde böyleydi. Noluyordu burda, bu neydi böyle insanı dehşete düşürüyordu. Kadınların konuşmalarına şaşırmıştım.
"Duydunmu, onunla aynı hücrede kalacakmış."
"Bu ufaklıkla mı kalıyor."
"Hücre onunla bu kıza dar gelir."
Diyorlardı, kimki bu namı değer 'o' ben kiminle aynı hücrede kalacağım. Herkes, açılınca bir kadın girdi. 'Cool' dedikleri şey bu olmalıydı. Kadının yeşil gözleri, 'aklından bile geçirme,' der gibi bakıyordu. Gözleri cehennemin fragmanı gibi bakıyor. Sorun şu ki, kadın bana yaklaşıyor. Sert yürüyor, heran vuracakmış hissi bırakıyor. Kadın yaklaşınca ben iki adım geriledim.
Kadın çenemi yakalayıp, konuşmaya başladı;
"Korkuyorsun, cık cık cık bu olmaz bilmen gerekiyor. Burda korkaklar ve aptallar kaybediyor."
"Bilmiyorum, insanlar beni korkutuyor."
Dememle tokadı yüzüme indirdi.
"Sen, ufaklık bir daha ben söz hakkı vermeden konuşma."
"Ama ben," dedim.
Tokat yine aynı sertlikte yüzüme inmişti. "Ben, Zoe mecburen aynı hücrede kalıyoruz. Kıçını kolla"
Hiç birşey demedim. Tokat manyağı oldum zaten. Acımıyordu bile canım, daha beterlerini yaşamıştım. Ben, zaten bundan öncede hep eziyet çekiyordum. Sırf bardak kırmıştım diye, o bardağı elimde zorla sıktırmıştı. Elim kanlar içinde kalana kadar, devam ediyordu. Babam böyle yaparken başka şeyler düşünmeye çalışıyordum. Güneşin doğuşunu düşünüyordum. Bebeklerin gülümsemesini hayal ediyordum. Gözlerimi sıkı sıkı kapatıyordum. Annemin bana sarıldığını hayal ediyordum, ve biliyormusunuz, ben acıyı hissetmiyordum. Çünkü; bana hiç sarılmamıştı. Bazen seviyordu beni, bazende boşluğa bırakıyordu. Ama sarılmıyordu. "Ben sana sarılırım" diyordu, ama sarılmıyordu. Zoe arkasını dönüp gidiyordu. Niye böyle yapıyorduki, belkide buraların şampiyonu oydu. Yere düşen beyaz takımı kaldırıp bana verilen hücreye doğru yürüyordum. Her adım cehennem de olduğumu bas bas bağırıyordu ve bu rüzgar ateşi üflüyordu yüzüme. Yine bir kaybetmişlik kazanmıştım. Kazandığım şeyler genelde boşluklardan ibaretti. Hücreye girip üstümü hızlıca değiştirdim. Napmam gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. İki katlı ranzaydı alta ben kalacaktım. Kesin bu kadın beni öldürecek, çok duygusuz bakıyordu. Duygusuz olmak nasıl birşey merak ediyorum. Belki, benimde yapmam gereken tek şey, duygularımdan kurtulmak. Kadının gözlerinde insanı ürküten bir şey vardı. 'Zoe' yeni kabusumun adı. Ne zaman mutlu olacağım, mutlu olacakmıyım. Ayaklarımı kendime çekip düşünmeye başladım. Cehennemin 8 kat olduğuna dair bir rivayet vardı. Ben, cehennemin kaçıncı katındayım. Hergün biraz daha dibe batıyorum. Demekki, daha en dibe varmamıştım. Acaba Zoe ne yaşamıştıki, cehennem ateşini gözlerinde taşıyordu. Belkide, göründüğü kadar kötü biri değildir. Yerdeki gölge başımı kaldırmama neden olmuştu. Başımı kaldırdım, siyahi bir kadın beni izliyordu. Dudaklarını araladı;
"Zoe, doğru söylüyor. Uyanık olman gerekiyor, güçlü olmazsan seni aptal yerine koyarlar."
"Aptal, olmak kötü birşey değil mi?"
"Evet, sanırım öyle oluyor."
Bana yaklaşıp elini uzattı.
"Ben, Roze "
Bende elimi ona uzattım.
"Bende Beyaz,"
"Sana kanım ısındı. Ama burda genelde üşüyorsun,"
"Biliyormusun, ben yazı çok seviyorum, yalnız ısıtmıyor."
"İyi alışkınsın yani"
"Hayır, buraya alışmama imkan yok,"
"Buraya alışmaktan başka çaren yok, başlarda fazla zorlanıyorsun ama sonra kıçını kollamak gibi bir derde sahip olacaksın. İşte ozaman, alışmaya başlıyorsun. Zoe, seni zorlayacak güçlü ol" dedi.
Başımı dizime yasladım. Gittiğini ayak seslerinden anlıyordum.
Annem, gerçekten o herifle birlikte olmuşmuydu. Yine yalnız bırakmıştı beni, hep aynı yalanı söylüyordu. "Ben hep yanındayım." Yalancı, yalancı eğer yanımdaysan başımı çevirdiğimde niye koca bir boşluk görüyorum. Beni, hep aynı yalanla kandırıyordu. Geceyi sevmek gibi bir huyum var benim, ama karanlıktanda korkarım. Ağlayınca güçsüz mü olunuyordu. Öyle oluyordu, ama ben ağlamak istiyorum, güçsüz olmak istiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK (askıda)
Novela JuvenilYaşadıklarının izinden kurtulamayan böğürtlen kokulu katil bir kadın. Mükemmel denecek kadar iyi bir hayatı olan yakışıklı bir adam. İyi bir ressam olması bir yana aynı zamanda iyi bir yazar. Kitap yazması için aşık olması gerektiğini düşünür ve kat...