Kayra

23 5 4
                                    

Bak işte beni en fazla şaşırtan olay buydu. Hançerler mi? Tamam. Alevden oklar mı? Tamam. Ama herkesin 'beni' araması... bak işte bu tuhaftı. Ben kendi okulumda bile çok az kişinin yaşadığımdan haberi olduğu biriydim-ki bu çocuk benim devlet  lisesinden bahsetmiyordu- yani bırak bir okul dolusu kişiyi  bir avuç insanın bile beni araması garipti.

Yeşil Göz bana bi açıklama yapması gerektiğini geç fark etmişti:" Ben Kayra" O an merak etmem gerek son şey olmasına rağmen isminin Y ile yoksa I ile mi yazıldığını merak ettim.
"Mizuki'den geliyorum." Edebildiğim tek bir laf vardı."Hmmm." Yani, mizuki de neydi? Kulağa bir tür müzik aleti ya da japon tatlısı gibi geliyordu. Yine de tahmin edebileceğim bir şey olduğunu sanmıyordum. "Mizuki Savaş Okulu" diye açıklık getirdi.
Sonra gayet normal bir şeymişçesine ilk geldiğinde elinde gördüğüm altın renkli-sanırım gerçekten altındandı- anahtarı kızıl kapının anahtar deliğine soktu." Şaka yapıyorsun." Bana sırıtmasından şaka yapmadığını anladım. Yıllarca önünde oturduğum; arkasındaki marketin deposuna açıldığını, küçük pencerelerinden kendi gözlerimle gördüğüm kızıl kapım, şuan ışıklar saçıyordu. Açelyalarıma baktım. "Siz de beklemiyordunuz değil mi?" diye geçirdim içimden.
Anahtar deliğin içinde döndü, tıkırdadı ve 'Çıt!' sesi ile açıldı. Gıcırtılar eşliğinde yavaşça ittirdi kapıyı. "E hadi!" dercesine bana baktığını fark edince durdum. "Ne yani? İçeri girmemi mi bekliyorsun?" demeliydim belki de. Ama kendimi o kadar kaptırmıştım ki... aklıma bile gelmedi!

*

Işıkların içine doğru yürürken nereye gittiğimi bilmediğimi fark ettim. Pamukların üzerinde durmak gibi değildi ama normal yoldan farklıydı. Sanki... bir balo odasına giriş yapıyordunuz. Gözlerim yoğun ışıkla kamaşıyordu. Birkaç adım sonunda kapının kendiliğinden arkamızdan kapandığını fark ettim. Işık yavaş yavaş sönükleşti ve normal bir hal aldı. Artık nerede olduğumu görebiliyordum: önümde toprak bir yol vardı. Etraftaki ağaçlar o kadar sıktı ki bir ormanda olduğumuzu tahmin ettim. Biraz farklıydı ama... bir şey. Ben burayı sanki biliyordum. Çok... tanıdıktı. Ama, "hayır!"dedim kendi kendime. "Odaklan!" "Şu ana odaklan". Ne yapmalıyım? Tam kendime bir plan çizecekken buraya nasıl geldiğimi hatırladım: Yeşil Göz! Evet hala yanımdaydı. Ona bakınca şaşırdım. Çok daha rahat, çok daha hafiflemiş görünüyordu. Evine dönmüş bir kuş gibi...güvenlik duygusu.
Başıyla bana işaret edip toprak yolda ilerlemeye başladı. Ben de peşine  takıldım. Yaklaşık 1-2 dakikalık sessiz bir yürüyüşün ardından ağzımı açık bırakan bir manzarayla karşı karşıya  kaldım. Karşımda gümüşi-kül renkli taşlardan inşa edilmiş,  devasa bir kale duruyordu. Hayatımda gördüğüm en harika mimarilerden biriydi. Böyle bir yeri yıkmak için mancınık, katapult ya da tanktan çok daha fazlası gerekti. Adeta etrafında büyü geziniyordu.
Kaleye hayranlıkla bakarken buranın aslında bir kale olmadığını anladım. Hayır...diye mırıldandım. Olamaz! Burası devasa bir giriş kapısıydı! Etrafındaki surların yüksekliğine bakılırsa içinde koruduğu şeyin veya yerin çok önemli olduğu belli oluyordu.
  Kapının iki yanında zırhlı iki çocuk duruyordu. Yani gerçekten çocuklardı. Biri 13-14 yaşlarında bir oğlan diğeriyse  15 yaşlarında bir kızdı. . Bir ellerinde 1,5 metre boyların birer mızrak tutuyorlardı.
  Yeşil Göz onları görünce değişik bir şekilde selamladı: sağ elini açıp işaret ve orta parmakları dışında üç parmağını katlayıp, işaret ve orta parmağını birleştirip elini havaya kaldırdı. Muhafızlar boştaki elleriyle selamı aynen karşıladılar. Bir şey yapmam gerekiyor gibi hissetmiştim ama sanırım en iyisi Yeşil Göz'ü takip etmekti. Tam onun peşi sıra kapıya yönelecekken bir anda muhafızların yüzleri aydınlandı. Aynı anda "Reyna?" diye çığlık attılar. "Onu bulmuşsun!" Bana doğru koşmaya başladılar.

Işığın Gölgesinde 1: Ateş KapısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin