17. Saat

824 69 101
                                    

Tüm günü, heyecan ve sabırsızlıkla, hücre içinde dolanarak geçirdim. Günde iki öğün verilirdi; sabah ve akşam yemeği. Birazdan akşam yemeği vakti olacaktı, böylece kısaca atıştırıp minik kelebeğimin sıcak kollarına ulaşabilecektim.

Nitekim öyle de oldu. Yemekhaneye geçtiğimizde hemen yanıma kuruldu. Kendine çok az yemek almış gibi görünüyordu, hemen yiyip çıkmak istediğini biliyordum. Ben biraz fazla almıştım. Hızlıca yemeğimi yerken boğulmak üzere hissediyordum ama umurumda değildi; Louis'min bana bakarkenki hevesten kızarmış yanakları ve hatta ışıldayan gözleriyle fazlaca ateşe tutulmuştum zaten. Hızlıca yrmek yemeye çalıştığım hareketlerim onu güldürüyordu, ben de sırıtıyordum. Neyse ki Myron, Otis ve Boris'in ilgisini çekmiyorduk. Bir de onlara yalan uyduracak hâlde değildim. Açıkçası dün onun tadına baktıktan sonra deli gibi istiyordum Louis'yi. Düşüncelerimi yöneten ben değildim bugün boyunca, bacaklarımın arasındakiydi!

Woody'den öğrendiğimiz kadarıyla depoya bakan kamera hâlâ yapılmamıştı (Woody sanırım ikimizin muhbiri olmuştu, ama bu, seven iki kişiyi kavuşturmaktı ne de olsa! Onun bahsettiği muhbir gardiyan kimdi bilmiyorduk, ama Woody, tamamen iyi niyetle bize bazen tolerans gösterirdi). Yine de kazan dairesine giderken Louis'nin herkes tarafından dikkat çekmemek için bir fikri vardı: önce o, sonra ben gidecektim peşinden.

Yemeğini az aldığı için yanımızdan ayrıldı. Ayrılırken bana imâlı bakış atmayı ihmal etmediği için ağzımdaki son koca lokmayla ardından bakakaldım. Yok, ben dayanamayacağım!

Yemeğim bitti. Biraz vakit geçmesini beklemek zorunda olduğum için sıkıntıyla ayağımı sallıyordum. İçimden yüz yirmiye kadar sayarken aslında toplamı iki dakikaya tekabül eden bu saniyeler benim için o an aylar gibi geçmek bilmiyordu. Sağ bileğimin iç tarafında kalan saatime baktım. Ama yine de içimden saymayı ihmal etmedim.

Sonunda yüz yirmi saniyeyi doldurudunca hemen tabldotu alıp ayaklandım. "Ben kaçar," dedim benimkilere. Üçü de şaşırmıştı.

"Nereye oğlum ya?" diye sordu Otis. "Bugün tatlı dağıtacaklarmış."

Vakit kaybedecek hâlim yoktu. "Siz yiyin," diyerek uzaklaştığımda, "Senin payını yiyebilir miyim?" diye seslenen Boris'i görmezden geldim. Normalde bunu yapmazdım ancak dayanılmaz derecesinde heyecanlı kıpırtılara sahiptim. Vücudum şimdiden yanmaya başlamış, önümü kontrol edemediğim bir sızı sarmıştı.

Tabldotu mutfak arabasına bırakıp koridoru hızlıca geçtim. Gitmem gereken yere bir dakikada ulaşıp kapıyı tıklattım. Etrafıma bakınmayı ihmâl etmezken, kapı kilidi açılarak bekledi beni. Kapıyı açıp girdim ve hemen kilitledim.

"Lou?" diye seslendim gürültülü boruların arasına doğru. Loş ortamda, demir parmaklı pencerelerin arasından sızmayı başarmış akşamüstü güneşi geziniyordu.

O sırada kolonun köşesinden başını çıkaran Louis takıldı gözüme. Bana gülümsedi ve kolonun ardına kıkırtıları eşliğinde saklanarak beni de güldürdü.

Kolonun yanına gittiğimde artık orada yoktu. Kaşlarımı çattım. "Psst!" diye bir ses işiterek kafamı oraya çevirince, başka kolonun arkasından bana bakarken yakaladım onu. Neşeli kıkırtıları arasından tekrar gizlendiğinde, dudaklarıma istemsiz bir sırıtış yayıldı.

"Demek oyun istiyorsun?" dedim keyifle, kolona doğru ilerlerken. Bugün diğer kazan dairesi buluşma günlerimizde olduğundan daha yüksek ses olduğu için ayak seslerini duyamıyordum.

O kolona gittiğimde yine yoktu. Etrafımı ararken, "Hazzy!" diye şakıdı. O tarafa döndüm. Kolon ardında, kahverengi örgü hırkasının bol bilek ucunu dudaklarına götürerek gülmeye başladı. Eli kaybolmuştu hırkanın ucundan. Tatlı hâline gülerek, "Gel buraya!" diye peşine koştuğumda ufak bir çığlıkla tekrar saklandı. Ancak kolonu döndüğümde hiç kıpırdamadan, heves ve heyecanla sırtını kolona yaslamış, neşeli gözleriyle bana bakarken buldum onu.

Fighter's Feelings | Larry ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin