28. Sarılış

192 42 6
                                    

Hücre kapım açıldığında, Woody, "Her zamanki yerde bekleniyorsun," dedi ve gitti.

Terli yüzümü ve saçlarımın dibini yıkayıp, havluyla kurulanarak oradan ayrıldım. Her zamanki yer, elbette Louis'yle buluştuğum depoydu.

Benimle artık orada buluşmak istediğini düşünmemiştim. Özellikle dün avukatımdan aldığım haberi ona ve arkadaşlarıma anlattığımda, Louis'nin iyice sessiz bir hâle gelmesi sebebiyle benimle bir süre görüşmek istemez, kabuğuna çekilir diye düşünmüştüm.

Doğrusu hapishaneden çıkmayı çok istiyordum ve böyle bir imkânımın olması da epey büyük bir şanstı. Ancak bir yanım hiç çıkmak istemiyordu; Louis buradaydı. Onu gerçekten seviyor ve bir heves yerine onunla gelecek hayalleri kuruyordum. İki ara bir derede kalmıştım, birbirine yakın güzellikte olan bu ikilemden nefret ediyordum.

Depoya geldiğimde Louis'yi göremedim. Kazanların arkasında hep bir düzenek olurdu ve bu düzeneğin üzerinde çoğunlukla oturup sohbet eder ya da sevişirdik. Orada olduğunu düşünerek gittiğimde bir an duraksadım.

Yalnızca giydiği kahverengi hırkasına sarılmış, gözlerindeki gözlüğü ve çoraplı ayaklarını kendine çekmiş, çırılçıplak hâlde bana bakıyordu. Şaşırmıştım. Gözlerinde bir gerginlik vardı, ancak yine de gülümsemeye çalışıyordu.

"Gelsene?"

Yanına oturduğumda göğsüme doğru uzanıp ıslak dudaklarıyla öptü beni. Gözlerimi yumdum, öpücüğü derinleştirmesine izin verdim. Dudaklarımı âdeta emip yalarken, ellerimi belinin her iki yanına koyarak onu kucağıma çektim ve yan oturmasını sağladım. Ancak dudaklarımız bir milim bile ayrılmazken, zarif kolları boynuma dolanmış, dillerimiz birbirine kıvrılıyordu.

Onu sırtı ve belinden sıkıca kendime bastırıp ayrıldığımda, boynuma inmek istedi. Buna izin vermeyerek sağ gözü altına ufak bir öpücük kondurdum, meraklı bakışlarına tebessüm verdim.

"Benimle sevişmek için kendini zorlamanı istemiyorum."

Yakalanmış gibi irkildi. Dudağını ısırdı, bir an bakışlarını kaçırdı. Yalan pek söyleyemez, şimdi bile duygu ve düşüncelerini açık bir kitap gibi okuyabiliyorum. Yaşadığı olaylardan sonra elbette sevişmek, isteyeceği şeylerin ilki falan değildi.

"Benimle... sevişmek istemiyor musun Harry?"

"Sence tek sorun bu mu?"

Gözlerini kaçırdı, onların dolduğunu biliyordum. Alnını boynuma yasladı ve hâlâ bana sarılır vaziyetteyken iyice göğüslerimizi birbirine yasladı. Onu şefkatle sardım, şefkate ihtiyacı olduğunu da tıpkı gözlerinde göremediğim ama dolu olduğunu bildiğim yaşları kadar iyi biliyordum.

"Harry..."

"Buradan gittiğimde seni bırakmayacağımı biliyorsun değil mi?"

"Bilmiyorum," dedi titreyen sesiyle. "Beni herkes bırakır."

"Ben herkes miyim?"

"Hayır. Ama güven duygusu benim için çok dayanıksız bir parça sadece."

Bir şey diyemedim. Haklıydı tabii. Hayatındaki çoğu kişiden, yakın olması gereken ailesinden bile darbeler almış birinin direkt olarak bana koşulsuz güvenmesini bekleyemezdim.

"Henüz buradan çıkacağım bile belli değil gerçi," diye mırıldandım. "Sadece ihtimal varmış, başka hiçbir şey değil."

"İyiler her zaman kazanır... Bunu biliyorum, çünkü iyi biri olmak istediğimde buraya düştüm ve daha fazla yatmam gerekirken sadece 3 yıl ile kurtuldum. Evet... İyiler her zaman kazanır, Harry. Bunu kazanacağını biliyorum."

Başını kaldırdığında, ağlamamak için geri çevirdiği gözyaşları dolayısıyla hafif kızarmış gözlerini dikti. Gülümsüyordu. O dudaklarda burukluk olduğu kadar gözlerinde samimi bir mutluluğun olması bile benim için epey değerliydi. Kendimi hiç yalnız hissetmiyordum.

"Şimdi üzgünüm, gitmeni istemiyorum doğrusu. Ama bir yanım da mutlu... Eski yaşamına döneceksin, bir boksör olabilirsin bile, yeniden!" Gülüştük. "Ben de çıktığımda seni izlemeye gelebileceğim. Hem... belki yemekhanede gardiyanlar senin maçını izlememize de izin verir? Ben de seni bolca görmüş olurum."

"Daha çıkmadım bile, ama sen çıkmışım gibi hayaller mi kuruyorsun?" diyerek burnunu dürttüm, kıkırdadı.

"Çünkü çıkacağından eminim."

"Böyle düşünmen beni de umutlandırıyor, ve biliyor musun, inanıyorum..."

"O zaman senin spor salonuna geleceğim. Böylece antrenman yapabilirim! Hem de çok çalışıp parayla geleceğim! Asla beni kayırmana izin vermem. Zengin olacağım çünkü."

Güldüm. "Bir de Range Rover'ımız olsun, ne dersin?"

"Süper derim!"

Dudaklarını öpüp uzunca kokusunu içime çektim. Her zaman buraya ait olmayan hafif tatlı bir kokusu olurdu. Geri çekildiğimde gülümsüyordu.

"Seni seviyorum, Harry. Buradan gittiğinde eğer bir gün artık biz olamayacak olsak bile, hep seni seveceğim. Sen benim ilk gerçek aşkımsın."

Duraksadı. "Şey... bugün yirmi dört aralık, benim doğum günüm de... Seninle sevişme isteğim bu yüzdendi aslında."

Bu, bugün ve önümüzdeki uzun bir süre boyunca duymayı düşündüğüm bir şey değildi. Şaşırmıştım. "Sen... Emin misin Louis? Yani..."

"Eminim!" diye atıldı biraz utanç, biraz da bastırmaya çalıştığı bir heyecanla. "Sadece... Gitmeni istemediğim için yapmayı düşündüğüm bir şey değildi bu. Seninle olmak... Beni heyecanlandırıyor. Bu... Çok hoşuma gidiyor ve... Uzun zaman oldu. Bana... Eskisi gibi dokunduğun zamanları özledim."

Şaşkınlığım pek geçmiş sayılmazdı, ancak gözlerindeki kararlılık ve heves, beni memnun da ediyordu. Evet, onunla birbirimize dokunmayalı çok olmuştu, ona dokunmayı da oldukça fazla bir hevesle seviyordum. Ama onunla sevişememeyi hiçbir zaman dert etmemiş, sadece onu beklemiştim. Açıkçası bir gün kendini hazır hisseder ve bana gelir diye de düşündüğüm olmamıştı, tek istediğim onunla gerçekten mutlulukla bir arada olabilmekti.

Sırıttım. "Kendine bir hediye mi vermek istiyordun?"

"Hı-hım..."

"Bugün yirmi ikinci yaş günün ve hediyen ben miyim?"

"Eğer... sen de kabul edersen tabi." Eh, onu altıma almadan önce söylediği son şeydi bu.

---

Bir sonraki bölüme bakın, double update yaptım 🖐

Fighter's Feelings | Larry ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin