Şiddetli bir baş ağrısıyla kötü bir sabaha uyandığımda bir süre yatakta sızlandım. Normalde alkolü bu kadar fazla kaçırmazdım. Bana ne oluyordu? Dengem yine şaşmaya başlamıştı. Eski Rosé mi dönüyordu? Yatakta doğrulup bir süre oturdum ve pencereden görünen Seoul'u izledim. Üstümdeki saten pijamaya dokundum. Jimin giydirmiş olmalıydı yoksa o kafayla giymemin imkânı yoktu. Kendime birkaç hakaret sıralayıp kafama vurdum. Bunu da yaptığıma göre listede başka hangi aptallık vardı?
Banyoya geçtim ve hızlı bir duş alıp kuru cildimi güzelce nemlendirdikten sonra üstüme bol, baskılı, gri bir tişört giyip altıma da pek görünmeyen kısa, siyah bir şort giydim. Bugün ferah ve rahat olmak istiyordum.
Saçlarımı kurutup rahat bıraktım ve komodinin üzerindeki telefonumu alıp anneme, bugün içerisinde Minry'i alacağıma dair birkaç mesaj gönderip odadan çıktım. Büyük ihtimalle Jimin yine erkenden işe gitmişti.
Merdivenlerden inecekken evdeki büyük sessizliği bozan Jimin'in sesi yerimde zıplamama sebep oldu.
"Odama gel Rosé." Şaşkın şaşkın Jimin'e bir süre baktım ve odasına girmesinin ardından bende ilerledim.
"Buraya girmemi istemiyordun?" Gözüm duvara takılı kaldığında hâlâ aynı şekilde astığım gibi duruyordu.
"Girmemeni söylediğim hâlde odama mı girdin Rosé?" Sahte bir şaşırma ifadesine büründürdüğüm yüzüm Jimin'e anlamsızca bakıyordu
"Neyden bahsettiğini anlamıyorum. Odanı ilk defa görüyorum" güldü. Sinirli bir gülüş olduğu belliydi fakat sinirlenmesi gereken ben değil miydim? Hem nefret ettiğini belirtip hem de yatağının tam karşısına tablomu niye asıyordu?
"Çok zeki olduğun için (!) Normalde ters olan tabloyu düz asmışsın" kısa bir süre gözlerimi birkaç yerde gezdirip sahte bir sinirle atıldım. Sahte olduğu belli miydi o kısmı meçhul.
"Asıl sen neden benim tablomu odana, hatta yatağının tam karşısına astın?!" Bana doğru yaklaştı.
"Önce benim sorum cevaplanacak" boş gözlerle Jimin'e bakıp omuz silktim.
"Şu narsist kişiliğini bir kenara bırakmadığın sürece soru falan cevaplamıyorum" sinirle iyice dibime sokuldu. Burnundan soluyarak burnunu saçlarıma denk getirdi. Ve adeta tıslayarak dişlerinin arasından konuştu.
"Rosé, odama girdin mi, girmedin mi? Bana cevap ver." Sözcükler ağzından tane tane döküldüğünde ellerimi arkamda birleştirip Jimin'e çarpık bir gülüş attım.
"Birazcık girmiş olabilirim ama asıl sorunumuz benim tablomun neden senin odanda olduğu bence Jimin" dibimde olan Jimin'in gözlerine bakmak için kafamı kaldırdım.
Bana sırtını dönüp birkaç adım attı.
"Bilmem bende bunun cevabını bulamadım. Sence nedir?" Bilmiş bir şekilde güldüm.
"Büyük olasılıkla aşıksın bana ve itiraf etmek de zorlanıyorsun çünkü boyundan büyük laflar ettin" bana doğru dönüp güldü. Gözleri kısılana kadar...
"Waow! Etkilendim, nasıl bir teori bu böyle" kaşlarımı kaldırdım. Evet şakayla karışık söylemiş olabilirdim ama bu kafama yatmıyor da değildi.
"Teori mi?" Jimin soruma cevap vermeden önce dibine kadar girip ellerimle yüzüne dokundum.
"İlişkimizde şu an hatalı olan sensin ama en çok da sen kırılmış gibi davranıyorsun, garip" dediklerimle tezat bir şekilde naifce yüzünü okşuyordum.
"Hatam neymiş?" Ellerimi indirdim.
"Beni bir iddia uğruna bırakıp gittin. Neyi anlayamıyorum biliyor musun? Hiç mi bir şey hissetmedin? Onca zaman geçirdik" yüzüm hüznün yerini aldığında öylece yüzüne bakıyordum Jimin'in. Bunca şeye rağmen hayran kaldığım yüzüne.