Bitti

51 8 17
                                    

Doğu Kore, Silla Hanedanlığı

Orta yaşlarındaki kadın sessizce ağlıyor, kimsenin duymaması için iki elini dudaklarına sıkı sıkıya bastırıyordu. Evladını bu halde görmek her kadın için çok zordu, lakin işkenceye uğramış halini görmek bir anne için ölümden daha beterdi. Sakinleşmek için kısa kısa nefesler aldı, ardından sol elini oğlunun yaralı yüzüne atarak yavaşça okşadı. Kahrediyordu, onu koruyamamak tüm benliğini yıkıyor, kendini öldürmek istemesine sebep oluyordu. Yanaklarından süzülen yaşlar, parçalanmış boynu... Kendine engel olamayarak sesli bir hıçkırık daha bıraktı.

Onu bir anne olarak elbette korumak istemiş, istediği hayatı daha rahat yaşaması için yardım bile etmişti. Lakin Yüce Buda şahit ki, oğlunun bu hale geleceğini bilse onu gerekirse zincirler, saraydan dışarıya çıkmasına asla izin vermezdi. İçinde büyüyen suçluluk duygusu tüm vücudunu yavaş yavaş ele geçirmeye başladı, bunun böyle olmadığını bilse dahi kafasında gezen tilkileri serbest bıraktı. Yavrusu bu hale geldiyse bir sorumlu tam da kendisiydi.

Kenara bırakılmış kovanın içine elini atarak beyaz bir bez çıkardı, ardından bezi sıkarak titreyen elleriyle kandan görünmeyen yaralı boyna doğru götürdü. O kadar kötü bir yaraydı ki, bunun yaşandığı gerçekliğini beyni asla kabul edemiyordu. Çocuğuna bunu nasıl yapabilirdi?! Onu böylesine acımasızca nasıl yaralayabilirdi... Lakin evlendiği kişinin bir insandan çok canavar olduğu bilincine varalı uzun yıllar olmuştu. Şimdi gelip kimseyi suçlayacak hali yoktu.

O yatağın yanında oturup tüm bu yaşananlara ağlamaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Gücü yoktu, arkasında durabilecek bir ailesi yoktu. Hoş, bir ailesi olsa dahi tüm bu şatafattan yararlanan babası arkasında durur muydu ki? Ne olurdu sanki yavrusu kendi yaşadığı kaderini yaşamasa, ne olurdu o da her Geumsanglı çocuk gibi hayatını yaşayabilse. Tekrar ağlamaya başlayacağı vakit iki muhafız içeriye girerek kralın gelişini haber verdiler.

Biraz sonra kral, karanlık ifadesiyle genç prensin odasına giriş yaptı. Yatakta yatan oğluna, ağlayan karısına kısa bir bakış atıp camlı tarafa doğru yavaş yavaş yürüdü. Sanki tüm bunları kendisi yapmamış, hiçbir çaresi yokmuş gibi bir tavır takınmıştı. Kraliçe bu tavra delirerek yerinden fırladı.

"Niye geldin buraya?! Yaptığın şeye bakmak için mi?"

Kral boş gözlerle bir süre karısını süzdü, ardından aynı tavrına devam ederek yavaşça sol elinin üzerini okşadı. "Durumu nasıl? Yaraları iyileşiyor mu?"

Kraliçe kanın beynine sıçradığını hissetti, hızlı adımlarla kralın yanına vararak iki yakasını sıkı sıkıya tuttu. Akabinde askerler onu çekmek için harekete geçtiyse de kral sol elini kaldırarak gelmemeleri için işaret verdi. "Goanan, sakin ol."

"Ne demek sakin ol! Jongin ne halde göremiyor musun sen?! Sunwok! Bu kadar ileriye gitmene lüzum var mıydı! Ben..." Oğlunun başına gelenler aklına düştüğünde kolları güçsüzleşti, güçsüz bir feryat kopardı. Bedenini taşıyamayarak yavaş yavaş yere doğru düştü, konuşmaları birer mırıltıya dönüştü. "Ben onu ikna edecektim, gitmemesi için elimden geleni yapacaktım... O beni dinlerdi, o çok kırılgan bir çocuk... Bunu ona neden yaptın... O bu işkenceyi hak etmedi..."

"Goanan kendine gel." Yere eğilip karısını kollarından tutarak kaldırdı, o denli sıkı sıkıya tutuyordu ki, kadının açıkta kalan teni kıpkırmızı olmuştu. "O zaman daha önce sahip çıksaydın oğluna. Ona bu günaha giderse canından olacağını, buna asla affım olmadığını söyledim lakin ne oldu? O yine de gitti, demek ki canından olması gerekiyormuş. Ben bir kral olarak ihanetinin bedelini ödettim. Silla'da ihanetin affı yoktur bilmez misin sen?!"

Rayiha//SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin