Gökyüzünün kucağından süzülüp, odanın camına çarpan yağmur damlalarının ritmik sesi karışıyordu taş plakta çalan şarkıya.
Masanın üzerindeki, dumanı tüten sıcak kış çayımı elime alarak pencereye doğru yöneldim.
Sanki gök delinircesine şiddetle yağıyordu yağmur. Bir yudum aldığım kış çayının mayhoş tadı ağzımda dağılırken, bahçedeki havuza düşen yağmur damlalarının oluşturduğu görsel şöleni izledim bir süre.
Ardından yeniden masaya geçerek oturdum ve masanın ilk çekmecesini açarak, siyah deriyle kaplanmış kalın defteri çıkardım. Sayfalarını birer birer çevirirken, dudağımda bir tebessüm peyda oluyordu aynı zamanda.
Sonra küçük bir heyecanla gözlerimi kapadım ve defterin içinden rastgele bir sayfayı açtım.
Babamın sevdiği şiirleri yazdığı defterdi bu defter. Okumayı sevdiği kadar yazmayı da çok seven babam, sevdiği şiirleri de böyle yazarak bir arada bulundururdu. Yazmak için ayrıca bir mesai harcardı, hayatının tüm telaşına rağmen.
O kadar çok şeyi yazmıştı ki. Belki sadece yazdıklarından bir kütüphane olurdu. Günlük tutmanın yanında, kendi yazdığı şiirleri derlediği defteri, zirai konuları ele aldığı defteri, Ağahan olmanın getirdiği sorumluluklar ve Çukurova, çok sevdiği şairlerin çok sevdiği şiirleri.. Hepsini ayrı ayrı yazmıştı.
Gözlerimi açarak rastgele açtığım sayfaya baktım. Büyük bir nizam içinde bir araya getirilmiş harfler kusursuz bir yazının temelini oluşturmuştu.Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.
Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.
Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.
Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.
Ey, cennetin cehennemin elinde olduğu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.
Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.
Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun, etme.
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.Mevlana.
O kadar etkilemişti ki şiir beni, bir kaç kez dönüp tekrar okumuştum. Kim bilir o ne düşündü bu satırları okurken, kim bilir yüreğinde hangi yere dokundu da yazdı bu şiiri bu deftere. Ezbere biliyordu muhakkak bu şiiri. Şimdi olsaydı burada, cama doğru yaslanıp, yağmur altındaki şehrin manzarasını seyrederek okurdu nazlı nazlı..
Defteri kapadığımda kış çayından bir yudum daha alarak arkama yaslandım. Taş plakta çalan şarkıya eşlik ediyordum fısıltıyla. Evin bu odasında çoktandır vakit geçirmemiştim ve uzun zaman sonra burada geçirdiğim şu bir kaç saat ruhuma çok iyi gelmişti.
Çalışma odasından ayrıldığımda yatak odama geçmiştim ve uyumadan önce sıcak bir duş almak niyetiyle üzerimi çıkarmaya başladım. Duşa girdiğimde sıcak suyun vücudumun her noktasına ulaşmasına izin verdim. Suyun sıcaklığı bedenimi gevşetirken günün tüm yorgunluğunu da atıyordum üzerimden akan suyla beraber..
Duştan çıktığımda bir süre bornozumla birlikte yatağın üzerinde uzandım. Ardından yeniden banyoya dönerek başımda sarılı olan havluyu çıkardım ve saçlarımı kurutmaya başladım. Tüm vücudumu nemlendirdikten sonra giyinme odasına geçerek pijamalarımı giyindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GARAM
General FictionŞimdi tatlı bir rüzgar beklerim Yürüyebilseydik yan yana kehribar..