Rıza az önce bir hışımla kalkan adamın oturduğu tabureye oturdu.
Sustuk ikimizde.
Atölyenin mistik havasına karıştı geçen dakikalar.Kapının açılmasıyla, bakışlarımı kapıya yönlendirdim.
“Buyrun Hoşgeldiniz” dedi yüzü aydınlık, sakalları kırlaşmış bir amca.
Ayağa kalkarak “Niyazi Usta?” dedim.
“Niyazi Usta Siz misiniz?”
“Benim hanım kızım.” dedi tebessüm ederek. Yüzü o kadar aydınlıktı ki teninin altındaki kılcal damarlar belli oluyordu.
Çantamdaki ahşap yüzük kutusunu çıkararak Niyazi Usta'ya uzattım.
“Ben size bunu göstermek için geldim.” dedim bir çırpıda.
Suçlu bir insan gibi tedirgin olmuştum, bu yüzden hemen bir açıklama yapmak zorunda hissettim kendimi.
En nihayetinde adamın iş yerinde tek başımıza oturuyorduk. Hırlı mıydık hırsız mıydık? Ne bilecekti ! Bir kere ayıptı çok ayıptı! Ama benim suçum değildi ki, ben buraya geldiğimde tek başına oturan bir adam vardı. Kendisi söylemişti burada beklememi.
Ben neden onun dediğini yaptım orasını hiç bilmiyordum.
“Bu yüzük” dedim, ahşap kutunun içini işaret ederek, “benim için çok kıymetli bir yüzük.”
“Ortasındaki taş ve kenarlardan bir kaç küçük taş daha düşmüş” dedim alt dudağım titreyerek.
“Bir kaç yere götürdüm ama yuvaya uygun kesimde taş bulunmadığı için yapılması zormuş.Yüzüğü incelerken içindeki küçük "kabakçı" yazısını gördüm” dedim çok mühim birşey başarmış gibi.
Ellerimi önümde bağlayarak, “sonra da sizi buldum yüzüğü yapan ustanın siz olduğunu düşünerek” dedim.
Sağ elinin işaret parmağıyla baş parmağı arasında tuttuğu yüzükten başını kaldırdı ve sıcacık bir tebessüm yolladı bana.
“Bir zamanlar bu modeller çok arzu ediliyordu" dedi,
“Şimdi pek tercih edilmeyince kuyumcuların da çoğu bunlardan yapmayı bıraktı kızım. Divanhane çivisi derler buna, ustasını bulmak zordur.”
Sol eliyle sakallarını düzeltti.
“Peki bu yüzüğü siz mi yapmıştınız? Tabii yüzük bayağı eski bir yüzük hatırlamanız zordur ama en azından bir dönem bu yüzüklerden yapmışsınızdır öyle değil mi?”
Parmakları arasındaki annemin yüzüğünün üzerinde gezen bakışları gözlerimi buldu. Sıcacıktı bakışları.
“İnsan alın terini tanır kızım. Bu öyle kolay yapılan bir yüzük değildir. Hoş bizim meslekte hiçbir iş kolay değildir ya,”
“Günler alır bunu yapmak, her taşın yuvasında ayrı bir emek vardır. Her taşın üzerinde gözünün nuru, alnının teri vardır.
Şimdi söyle bakalım bana insan alın terini hiç unutur mu?”Utanmıştım sorduğum sorudan.
Niyazi Usta'nın sanatının büyüklüğü altında ezilmiştim adeta. Mesleğine duyduğu aşk ise büyülemişti beni.
Babamı hatırlatmıştı sözleri.
Her bir pamuk kozasına bir anne şefkatiyle emek veren, ve açılan her kozada emeğinin karşılığını gören babamı..
“Haklısınız, unutmaz” dedim ne diyeceğimi bilemeyince.
Oturduğu tabureden kalkıp uç kısımları girintili ve çıkıntılı olan, üzerinde çeşitli aletler olan masaya doğru adımladı Niyazi Usta.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GARAM
General FictionŞimdi tatlı bir rüzgar beklerim Yürüyebilseydik yan yana kehribar..