4

4K 161 6
                                    

Medyamız Ecevit'in ruh hali 🥹

Sokaktan çıkan adamın arkasından dalıp gittiğini fark edince silkelenip kendine geldi ve doldurduğu çayını alıp kahvaltıya geçerken geçmişin tozlu sayfaları döndü durdu zihninde.

Eczanenin önünde bir o yana bir bu yana adımlıyor heyecanla Ecevit'in gelmesini beklerken üzerindeki gerginliğe anlam veremiyordu Yıldız. Sevdiği adam iki gündür şehir dışındaydı ve bu iki günde Yıldız hasretinden prangalar eskitmiş yolunu gözlemekten başka hiçbir şey gelmemişti elinden.

Caddenin alt tarafından gelen arabayı görmesiyle hemen merdivenleri adımlamış araba sokağa girip karşıya doğru yanaşırken o da kendisini kuyumcunun önüne zor atmıştı.

Ecevit Yıldız'ı daha eczanenin önünde beklerken görmüş yüzünde kırık bir tebessüm oluşmuştu kendini beklediğini bildiğinden.

Arabadan inince doğrudan yanına gelip sarılan kadına karşılık vermiş geri çekilip konuşmasıyla onun da üzerindeki gerginliği fark etmişti hemen. Toparlanıp Yıldız'ı da üzmemesi gerektiğini biliyor ama üzerindeki yükün ağırlığından omuzlarını doğrultamıyordu bir türlü.

Yıldız'ın ısrarıyla kuyumcuyu açmadan pastaneye geçmiş Yıldız'ın sabahtan hazırladığı börekler ve sıcak bir bardak çayla karşılanmıştı.

Yolculuktan, Ecevit'in annesinden ve Çanakkale'nin güzelliğinden bahsederek yenilen böreklerden sonra Ecevit elinde bardağıyla geriye doğru yaslanmışken Yıldız da yanına yanaşmıştı usulca. Her daim soğuk olan incecik parmaklarını Ecevit'in yanağına yaslayıp baş parmağıyla usul usul okşarken Ecevit'in gözleri bir anlığına kapanmıştı.

"Seni çok seviyorum." Dedi Yıldız yalnızca.

"Biliyorum," diye yanıt veren Ecevit yanağındaki ele doğru dönüp avcuna sıcak  bir öpücük kondurduktan sora devam etti, "uğruna ömrümü veririm, soldurma gözünün ışıltısını benim yüzümden, sıkma canını sen."

Yıldız'dan kırık bir gülüş sesi geldi önce, "ilk kez omuzlarını düşük, başını eğik görüyorum. Şimdi üzüntünü paylaşmazsam geriye ne kalır bizden."

Uzanıp öptü Ecevit'in alnının kıyısını. "Sen toparlandığında ışıldarım ben yeniden." Diye fısıldadı iyice yaklaştığı adamın omzuna başını yaslamışken.

Ecevit elini Yıldız'ın beline dolaylı olarak dalgalı saçlarının arasına yerleştirip burnunu da saç diplerine yasladı derin göğsünü şişiren bir nefesle, Yıldız'ın içini yakıp küle çeviren kokusuyla doldurdu.

Verecek cevabı yoktu Ecevit'in. Bugün güçlü duracak, ayağa kalkacak hali yoktu ve Yıldız'dan gelen bu gönüllü desteği geri çeviremeyecek kadar ihtiyaç duyuyordu yanında oluşuna.

Bugün Yıldız ne yediğini bile anlamadığı kahvaltısını ederken içini kemiren ve kendisinin bile inanamadığı isteği fark etti.

Ecevit'in asık suratının ve düşük omuzlarının sebebi umurunda değildi, Yıldız yalnızca Ecevit'in üzüntüsünü paylaşmak için onu kavuran bir istek duyuyordu.

Ama daha çok canını sıkan bir şey vardı ki şimdi onlardan geriye zaten bir şey kalmamıştı.

Üzüntüsünü neden nasıl paylaşsındı ki?

Öyle dedi böyle etti derken çıktı evden eczanenin yolunu tuttu. Kapının önünde Vefa'yı sevdi. Kapı önü süpüren, fırından eve dönen komşularıyla selamlaştı.

İlaçlarından ikisi çantasındaydı. Öbürünü regli başladığı günden itibaren her akşam aynı saatte içecekti.

Eczaneye giden caddenin köşesini döndü. Ecevit her zamanki yerindeydi. Ama işin aksi bugün onun geldiği yöne bakmıyordu. Bir saniyeliğine bile göz göze gelmediler, fark edilir diye çekindi önüne dönüp karşıdaki eczaneye adımladı.

Tezgahın arkasına geçip önlüğünü giyerken dalgındı.
Ecevit'te bir şey vardı. Vardı var olmasına da içine bu kadar dert olmaması lazımdı artık. Dayanamadı kapıya çıktı.

Camların arkasından gördüğü kadarıyla içerdeydi.

Sabahın dokuzunda kuyumcuya müşteri gelmezdi Ecevit'in dükkanı zaten çok daha erken açılırdı.

Madem öyle bu bahar günü içerde ne işi vardı kapıda otursaydı ya.

Belki başka bir şey dilese gerçek olurdu tam o an adam dışarı çıktı. Kapıya bakarken yakalanınca utançtan kıpkırmızı oldu Yıldız. Hemen pastaneye adımladı. 2 yıl önce gözünü gözünden çekmediği adam bugün haramdı sanki ona.

İçini bir ateş sardı ilaçlar mı yan etki yapmıştı neydi?

Hemen Melek'ten bir su istedi. Melek su ve çay getirdi. Suyu kana kana içip dibinde kalan damlayı boynuna attı. Daha Aysel ablasını soramadan Baran bir hışım içeri girdi.

"Ooo günaydın güzel kızlar." Yıldız hala toparlanamadığından bir baş salladı. Melek olayı devraldı.

"Günaydın, ne istemiştin?"

"İyiliğini güzelliğini bir de 4 porsiyon kıymalı böreğini."

Melek cevap vermedi Baran hedefine geri döndü.

"Yıldız ablam sen yokken helak oldum nerdeydin dün?"

Yıldız elini boynuna doğru sallayarak cevap verdi.
"İşlerim vardı canım neyin vardı bakalım?"

"Benim pek bir şeyim yoktu da sen kızarmışsın bayağı. Dünde yoktun. Abla ölümü gör doğru söyle hasta falan mısın?"

Yıldız Baran'ın kestiği bu telaşlı role inandı.

"Bir hastane işim vardı canım ama basit bir şey telaşlanma. Hem ölüm mölüm öyle laflar alma ağzına."

"Aman ablam iyi ol da. Yapabileceğim bir şey var mı?"

"Hazır." diyen ses araya girdi.  Baran yine de bir cevap bekledi. "İnan çok basit bir şey grip gibi. İlaçlarımı içeceğim geçecek." diye tane tame cevapladı Yıldız.

Genç çocuk "Tamam ablam. Allah şifa versin." deyip kasaya geçip ödeme yaptı. "Melaikem görüşürüz, ablacım görüşürüz aman dikkat et kendine." diyerek bir sevecen bir öfkeli bakış altında ayrıldı.

Aldığı bu bilgiyi abisine ulaştırmak için dükkana uçarak vardı.

PROZACHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin