1

8.5K 285 12
                                    

Koltuğun üzerine gelişi güzel fırlattığı ceketi alıp üzerine geçiren adam dilinde besmelesiyle çıktığı evin kapısını iki tur kilitledikten sonra anahtarı ceketinin cebine atıp koyuldu yola.

İki adım atmadan Vefa yolunu kesti her sabah olduğu gibi. Başını okşadığı hayvana en şefkatli haliyle baktı adam. Kara kaşlarının arasındaki çizgi silinmiş dudaklarına küçük bir tebessüm konmuştu. Vefa'nın bir iki havlamasından sonra zar zor vedalaştı dört ayaklı dostuyla. Sokağın başına gelince her sabah olduğu gibi bordo-krem boyalı evin ikinci katındaki odaya yandan bir bakış atıp sessiz bir günaydın deyip geçmişti.

Beş dakikalık kısa yürüyüşünün ardından baba yadigarı dükkâna gelmiş çırağın çoktan açtığı ekmek kapısından içeri yine besmeleyle girmişti. Tezgâhın arkasına geçip ceketini sırtından çıkarmış içerideki odaya bıraksın diye daha 17'sindeki çırağa uzatmış gerisin geri dışarı çıkıp etraftaki esnafla selamlaşmıştı.

Her günü böyle başlar böyle devam ederdi Ecevit'in. 25 yıldır buydu sabah rutini. Belki 10 yaşındayken buraya ilk geldiği gün bilmezdi esnafla selamlaşmanın kıymetini de ikinci güne kalmadan bizzat babası tarafından nice öğütlerle anlatılmıştı Ecevit'e. Unutması ihtimal dahi değildi şimdi.

Ecevit... Koca Ecevit, eli iş tutar sanatı nice hatunu büyüler de bir kendi gönlünü düşürdüğü hatuna söz geçiremezdi Koca Ecevit.
35 yaşını devirip de 36'ya yürüdüğü şu günlerde değişmeyen bir şey de hemen karşıdaki eczanenin kapısından ayrılmayan gözleriydi. Gözünün ışıltısı oradayken başka nereye bakabilirdi daha bilmiyordu bu koca adam. Her işi kolay kavrar hemen çözerdi de bir bunun cevabını bulamıyor başka yolunu öğrenemiyordu.

Şu an biliyordu mesela içeride olmadığını ama gözü sözünü dinlemiyordu şu yüreği su olup akıyordu ondan yana. Ne ketumluğu ne katılığı varsa bu hatuna kadardı. 'Ecevit öl' desin de öleyim diye beklerdi. Ama gözümün nuru dediği bu kadın Ecevit'e öl demiyordu bir türlü. Yaşatmıyordu da.

Kendine attığı hayali yumrukla başını önüne çevirmiş, çırağa çay demlenmedi mi diye sorarak içeri geçmişti. Nasıl olsa dışarı çıkacağı vakti anı anına biliyordu içi rahattı. Çıktı da Ecevit tam 15 dakika sonra onu sokağın başında göreceğini bilerek çıktı dışarı.  Normalde olsa öyle de olmalıydı. Ama bugün gözünün nuru o köşeyi dönmemeiş hızlı hızlı yürümekten nefes nefese kalarak Ecevit'e -aslında eczaneye- doğru koşturmamıştı.

Bunca yıldır ilk kez yaşadı bunu Ecevit. Aklı durdu yüreği kuş oldu da çırpınıp uçamadı. Uçsa nereye giderdi bilemedi. Bekledi öylece kapıda.
Yarım saat geçti beklediği gelmedi.
Bir saat geçti beklediği gelmedi. Arasa açmazdı biliyordu, sorsa mahalleli kınardı biliyordu.
Eli saçlarına gitti duran aklını çalıştırmak ister gibi çekiştirdi kuzgun karası saçlarını. İşe de yaradı velhasıl. İçeri girdi bir hışım elinde telefonla oynayan çırağına seslendi hiddetle.

"Baran!"

"Emret abim!"

"Koş git Melek'in yanına bir iki poğaça falan al. Laf arasında da sor Yıldız ablan nerelerdeymiş? Öğrenmeden kapıdan içeri adım atma!"

"Olmuş bil abim!"

Komutu alan Baran ikiletmeyi aklının ucundan geçirmeden koşarak çıktığı yoldan karşıya geçti.

Eczaneyi geçip hemen pastaneye girmiş sıraya kaynak yapmak istese de taşa tutulacağını bildiğinden en arkaya geçmişti.

Melek önündeki herkesle güler yüzle ilgilenmiş kasada oturan annesi para işlerini hallederken o müşterilerine mutluluk saçmıştı adeta.

Kaşları çatılan Baran sıra kendine gelince suratı düşen kızın gönlünü almayı aklına yazıp altı tane poğaça istemiş ergenliğin doruklarında yaşadığı aşkını içine gömerek ustası için kolları sıvamıştı.

"Melek?"

Kız kaşları çatık yanıtladı. "Efendim?"

"Nasılsın."

"Sinirli."

"Sağ ol sorduğun için ben de yorgunum biraz."

Kız omuz silkti. Baran devam etti.

"Dün akşamki maçtan sonra nasıl sızlıyor kemiklerim bir bilsen."

Kız yemedi Baran'ın yalanını. Poşeti uzattı yalnız. Ama Aysel ne bilsin Baran her zamanki düzenbazlıklarında...

"Ah kuzum." Dedi olağanca anne şefkatiyle. "Hırpalıyorsunuz kendinizi bir topun peşinde."

"Sorma Aysel'im sorma helak olmuşum." Derken eli beline gitti.
Oradan kaburgasına uzandı. "Bak tam şuram batıyor sanki kemiklerim kaslarımı acıtıyor Aysel'im var mıdır bunun bir ilacı merhemi?"

"Aaa koş git eczaneden yakı al ya da kas gevşetici. Bilemedim ki şimdi."

Baran geldiği yerden memnun Aysel'in elini  tuutp öptü önce. "Sen telaş etme ballı çöreğim ben gider Yıldız ablama danışırım."

"Ay Baran'ım Yıldız öğleen sonraya kadar yok. Ama Ahmet abin açmıştır çoktan bir ona danış e mi?"

"Sorayım tabi sultanım. Ama Yıldız ablam nerde ki bir sorun yok inşallah?"

"Yok kuzum yok. Ufak bir işi var halledip gelcekmiş."

Kenarda sessiz sessiz Baran'ın laf çevirmelerini izleyen kızına döndü Aysel. "Randevu saatine yetişti mi acaba kızım biraz zaman geçsin de bir arayalım ablanı." Diyerek Baran'ın yanağını pışpışlamış içeriye geçmişti geniş koltuğa oturmak için.

Baran daha ne randevusu diye soramamıştı bile.
İş Melek'e kaldıysa da zor öğrenirdi ama şansını denedi.

"Ne randevusu Melek'im. Nesi var Yıldız ablanın?"

Melek 17 yaşında cin gibi bir kızdı. Onu bilen herkes feleğin çemberinden geçmiş de gelmiş derdi. Baran şansını boşa denediğini daha gözüne bakarken anladı. Sana ne bile demedi Melek. Arkasını dönüp gidecekken içeri giren müşteriyle ilgilendi. Baran da daha ona ekmek çıkmayacağını bildiğinden çıkıp gitmek zorunda kaldı.

Bu bilgi Ecevit abisine yetmezdi. Mecbur eczanenin yolunu tuttu. Selam sabah demeden lafa girdi.

"Ahmet abi, Yıldız ablam nerede?"

"Öğlene kadar yok aslanım hayırdır ne lazım?"

"Ablam lazım ya ablam. Biliyor musun sen nerede?"

"Yok oğlum patrona hesap mı sorulur. Yarın yarım gün yokum ben dedi sadece bana."

Baran mecburen boynu bükük "tamam abi eyvallah" deyip çıktı. Daha çıkar çıkmaz karşıdan eczaneye bakan Ecevit'i gördü. Bakışından belliydi daha fazla beklemek istemediği. Kıyın kıyın geçti yolun karşısına vardı adamın yanına.

"Abi, ablam öğlene kadar yokmuş. Nerede olduğunu Ahmet abi bilmiyor. Aysel Ablalar biliyor da söylemiyor. Bir tek randevu lafı çıktı Aysel ablanın ağzından."

Ecevit'in aklında kırk tilki birden döndü kırkının da kuyruğu birbirine değmedi. Randevu lafının akla getireceği her türlü ihtimal aklına gelmiş. En kötüsüne cımbızla çekip almıştı.

Hangi denyoyla randevusu vardı lan bu kadının!?

PROZACHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin