𝐓𝐫𝐨𝐢𝐬 - 𝟑

232 25 20
                                    

"Sen fazla Kore dizisi izlemişsin." Önümdeki şekersiz koladan bir yudum aldığım sırada saçma sapan varsayımlarıyla başımı ağrıtan Jeongin'e doğru döndüm. Bana elindeki uçlu kalemi salladığında refleks olarak geri çekilerek hamlesini savuşturdum. "Ya ben ciddiyim Gyu. Sırf sana yaklaşmak için Soobin'i kullanıyor olamaz mı?" Söylediği şeye otizmli bir maymun görmüşüm gibi tepki verdiğimde kolamı sıraya geri koymuştum.

"Oğlum neden bana yaklaşmak istesin?" Onun gibi birine böyle mantıklı bir soru ilk kez sorulmuşçasına bana şaşkınlıkla baktığında gülerek başımı iki yana salladım. "Sana ilk görüşte aşık olmuş olamaz mı?" Sözlerine karşılık olarak sadece omuzlarımı silkmekle yetindim.

"Olması için ortada bir neden yok Jeongin, aklını bunlara yormamalısın." Tilki gözleriyle bana baktığında uzanıp yanaklarını sıkarak gülmesini sağladım, bana kırılmasını istemezdim. "Ayrıca ben uyuyorum, birinin benim için tarih dersinde not alması gerekiyor." Söylediğim şeye karşılık olarak bana side eye atsa da ona bir öpücük atıp daha fazla dik duramayacak başımı sıraya koydum.

Yine okulun başlama saatine kadar çalışmıştım ve dolayısıyla okula ayıracak enerjim kalmamıştı. Başımın altına koyduğum çantamın fermuarında asılı duran minik kapsülün içindeki gül yaprakları gözüme çarpınca aklıma tek bir isim gelmişti, Yeonjun. Onu son iki gündür hiç görmemiştim ve nedense bir şey onu görmem gerektiğini haykırıyordu bana.

Son karşılaşmamızı Jeongin'e detaylı olarak anlatışımdan sonra bana insanı gına getirecek birkaç kurgu sunmuştu. Elbette ki bunların hepsi yersizdi. Hadi ama sırf bana yakınlaşmak için sevgilimi baştan çıkarması gibi bir düşüncenin elle tutulur nasıl bir yanı vardı? Jeongin'e k-drama izlemesini acilen yasaklamalıydım. Gözlerim bağımsızlığını ilan etmeye başladığında çalan zili umursamadan kafamı çantama daha çok gömdüm, umarım biraz uzun bir uyku seansı olurdu benim için.

[ • ]

Omzumun sarsılmasıyla zor da olsa gözlerimi araladım. Hemen başımda dikilen iki silüete karıncalanan gözlerimle baktığımda kim olduklarını ayırt etmek için gözlerimi ovaladım. "Felix?" Yeni uyandığım için boğuk çıkan sesimle teyit etmek adına ismini söylediğimde bana genişçe gülümsedi.

"Günaydın uyuyan güzel." Ayılmak için esnediğim sırada bana ettiği iltifatıyla güldüm. "Herkes nerede Felix? Üstelik Jeongin beni almadan gitmezdi bir yere." Gözlerim boş sınıfa kaydığında Felix'in yanında duran yeni okul başkanını fark ettim. Eder etmez hafif bir baş selamı verdiğimde gamzesini göstererek karşılık verdi.

"Son iki ders boş olduğu için herkes dağıldı." Bana uzattığı telefonumu teşekkür ederek aldığımda devam etmek adına dudaklarını araladı. "Biraz önce de büyük birisi okula geldiğinde Jeongin onunla gitti, gitmeden önce de bize seni uyandırmamızı rica etmişti." Yere düşen çantamı eğilip aldıktan sonra bana verdiğinde mahcup bir şekilde gülümsedim.

Bana bir şey söyleyecekmiş de pek emin değilmiş gibi baktığında tek kaşımı kaldırdım. "Söylemek istediğin bir şey mi vardı Felix?" Çantamı tek omzuna taktığım sırada sesimin iyimser çıkmasına dikkat etmiştim. "Şey yani, biliyorum pek yakın değiliz ama.. anlarsın ya, yani yanlış anlamanı istemem tabii de sakıncası yoksa-" Birden ağzı kapatıldığında yanındaki çocuğa sinirle baktı.

"Çıkışta beraber gidip gidemeyeceğimizi sormak istiyor." Chris'in cümlesiyle istemsizce gülümsedim, sırf bunu sormak için o kadar kıvranmasına gerek yoktu. "Elbette gidebiliriz." Dediğimde Felix chp kazanmış gibi büyük bir sevinçle bana baktı, hatta mutluluk yaşları bile gördüğüme emindim gözlerinde.

Senenin başından beri pek konuşmuşluğumuz yoktu, arada sırada Jeongin'den dolayı birkaç kez ayaküstü sohbet etmiştik. Pek bir izlenim bırakmamış olmama rağmen bana karşı olan bu heyecanına anlam veremiyordum.

Sınıf kapısına doğru yürüdüğümde ikisi de arkamdan geldi. "Beomgyu, Felix'in yanında yürümesinde bir sakınca var mı?" Chris'in bıkmış çıkan sesine karşılık olarak arkamı döndüğümde Felix'in onun koluna yaptığı çizikleri gördüm, zavallı Chris. "Yani, yok tabii ki." Chris yanıtımla birlikte Felix'i sağ yanıma ittirdiğinde kendisi de arkamıza geçti. Telefonumu Jeongin'e kısa bir mesaj yazdıktan sonra cebime koyduğumda yanımdaki çocuğun yeni boyattığı saçlarına baktım.

"Sarı da iyiydi ama bu renk sana daha çok yakışmış." Mor saçlarını düzelttiğimde gülümseyerek bana baktı. "Kararsız kaldım aslında, Chris sarıya boyatmam gerektiğini söyledi." Neredeyse bizim vücut olarak üç katımız olan çocuğa baktığımda dayak yememek için dilimi ısırdım. "Zevkler ve renkler elbette tartışılmaz ama bana kalırsa gayet iyi olmuş, sonuçta artık çoğu kişi sarıya boyattığı için pek bir özelliği kalmadı o rengin." Okuldan ayrılıp caddeye çıktığımız sırada kelimelerimi dikkatli seçerek konuşmuştum, sonuçta bir kas adamdan dayak yemek istemezdim.

"Yakışmasına yakışmış da, okulda bir şey demiyorlar mı?" Işıklardan karşıya geçtiğimiz sırada aklıma takılan o soruyu sormuştum. "Ya müdüre biraz kızmıştı ama Chris'le yakın olduğum için pek bir şey demedi." Arkasını dönerek Chris'e bir öpücük attığında kıkırdayarak ona döndü. Sıkıca ona sarıldığında ben de yolda başka arkadaşıyla karşılaşıp sohbet etmeye başladığı için yabancı hisseden o kişi gibi kalmıştım. Sarılmaları bitene kadar gökyüzündeki bulutları saydım, on iki tane bulut mu olurdu ya. "Görüşmek üzere Beomgyu, yürüyüş için teşekkürler." Chris'in sesiyle ona döndüğümde hafifçe başımı eğdim.

O bizden ayrıldığı sırada yüzündeki gülümsemeyle boş yolu izleyen Felix'e döndüm. "Ne zamandır çıkıyorsunuz?" Sorumla yüzündeki donan gülümsemeyle bana bakan gözleri yanlış bir şey yapmışım gibi hissettirdi. "Ha? Çıkmak mı? Biz mi? Hahahah, sadece arkadaşız." Ensesini kaşıyarak bana yanıt verdikten sonra yarım bir gülümsemeyle yerdeki taşa vurdu yavaşça. "Sadece arkadaş olduğunuza emin misin? Beni ilgilendirmiyor ama bakışlarından öyle anlıyorum." Bana yandan bir bakış attığında yavaşlayan adımlarına ayak uydurdum. "Çok mu belli ediyorum..." Mırıldandığı cümleyi pek duymasam da iç çekişinden anlamıştım bir şeyleri.

Tırnaklarıyla oynuyormuş gibi yaptığında omzunu hafifçe silkti. "Dediğim gibi sadece arkadaşım Beomgyu. Kaldı ki dediğin gibi bir şey olsa da Kore'deyiz, her türlü çıkmaza giriyoruz." Burukça konuştuğu sırada aklına bir şey gelmiş gibi bana baktı. "Sende durumlar nasıl? Biraz da sen bahset kendinden." Söylediği şeye hafifçe gülümsedikten sonra dudaklarımı araladım. Ona Soobin'den bahsettiğimde bölmeden dinlemiş, aklına takılan şeyleri sorarak mutluluklar dilemişti. Fotoğrafını sorduğunda telefonumdan birlikte çekindiğimiz bir resimi göstermiştim.

"Yakışıklıymış ama sen yine de dikkatli ol Beomgyu." Yaptığı imayı anladığımda gözlerimi kırpıştırdım. "Ona güvenim sonsuz Felix, asla öyle bir şey yapmaz." Cümlemden sonra sen bilirsin deyip başka konu açmıştı. Yaklaşık yirmi dakika daha konuştuğumuzda bana veda ederek evine gitti.

Mesajlarıma yanıt vermeyen sevgilimin evine geldiğimde kapıyı çaldım. Birkaç kez daha çalmama rağmen kapı açılmayınca uyuyor olabileceğini düşünerek kapının yanındaki saksıdan yedek anahtarları alıp açtım. Eve girdiğimde sessiz davranarak üst kata çıktım. Odasına girdiğimde yatağındaki varlığını görüp boş olan kısma nazikçe oturarak örtünün altından belli olan kolunu okşadım. "Sevgilim, sana sürpriz yaptım." Örtünün fazla altında olduğu için başının üstündeki örtüyü aşağı çekmek adına tuttuğumda kapı açılmıştı.

Odaya belindeki havluyla giren bedene baktığımda kalbimin sıkıştığını hissettim. Islak saçlarından akan su damlacıkları kaslı göğsünü ıslatırken beni gördüğüne şaşırmış gibiydi. Elimin altındaki beden hareket ettiğinde karşımdaki adamın ardına kadar açılmış gözlerine baktım inanamazca.

"Soobin..."

©𝐝𝐚𝐧.

𝐭𝐫𝐞𝐚𝐜𝐡𝐞𝐫𝐲 | yeongyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin