Beğeni ve yorumu unutmayalım, aktifliğinize göre gün içinde yeni bölümler gelecek 🩷
CORALINE YOK OLMAK İSTİYOR
Okula başlayalı iki hafta olmuştu ve ben bu iki haftada öyle çok şey yaşamıştım ki bıkmış hissediyordum. Okula gitmek istemiyor, evde kalamadığım için kendime acıyordum.
Zorbalanıyordum.
Yine.
Cevap vermediğim erkekler her fırsatta yanımda bitiyor, kendileriyle konuşmam için baskı yapıyorlardı üzerimde. Cevap vermediğimde gıcık, çirkin, kendini beğenmiş oluyordum. Cevap verseydim ne olurdum? Flörtöz, ortalık malı, kaşar...
Erkeklerin çoğu neden böyleydi?
Çantamı bıkkınca sırama bırakarak yerime oturdum kimseye bakmadan. Ellerime bakıyordum, onlarla oynuyor ve tahriş ediyordum. Sanki yeterince yaralı değillermiş gibi ben de her gün birkaç çizik oluşturuyor, tırnaklarımın kenarlarını koparmaktan kanatıyordum.
Artık dayanamıyordum ama yirmi yedi mayısa kadar sabretmem gerektiğini de biliyordum.
Kalbim, göğüs kafesimin içinde büzüşüyor, büzüşüyor, büzüşüyor... Sonra yirmi yedi mayısı aklına getiriyor, kan pompalamaya devam ediyordu. Bazen sert bir darbeye, bir çift göze, saldırgan birkaç cümleye kırılıyordu ama sonra asıl bombanın yirmi yedi mayısta patlayacağını bildiği için kendi kendini tamir ediyordu.
"Günaydın," dedi Ezgi neşeli sesiyle. Daldığım yerden hayat dolu sesiyle gözlerimi ayırmıştım. Konuştuğum tek insan Ezgi'ydi, onun dışında başka kızlarla da konuşmuyordum zira asıl kendilerini beğenmiş olanlar o kızlardı. "Bugün erkencisin."
"Evet," dedim beremi çıkarıp müziğimi durdururken. Evden her zaman olduğu gibi erken çıkmıştım ama bu sefer yolda oyalanmayıp direkt okula gelmiştim. "Günaydın bu arada."
"Ben bir şey öğrendim," dedi heyecanla arkasını dönerek. "Şok oldum."
"Bugün tarih sözlüsü var, onu mu diyorsun?"
"Hayır," dedi kaşlarını kaldırarak. "Utku'dan öğrendiğim bir şey bu."
"Öyleyse beni ilgilendirmiyor."
"Ama seninle ilgili."
"Yine de umrumda değil."
"Hiç mi merak etmiyorsun? Senin hakkında diyorum!"
"Etmiyo-..."
"Okulun erkekleri senin üzerinden yarışa girmiş resmen," dedi gözlüklerini düzelterek. "İlk kiminle konuşacaksın diye yarış içindeler."
"Peki."
"Bu kadar mı?" diye sordu garip bir ses tonuyla. "Ne kadar heyecansız bir kızsın."
"Kahve alacağım," dedim ayağa kalkarak. "Sen de ister misin?"
"Yok, teşekkür ederim."
Sınıftan çıktığımda merdivenlere ilerledim, çevreme bakmıyordum çünkü göz göze geldiğim her erkek bundan cesaret alıp yanımda bitiyordu. Henüz kötü bir olayla karşılaşmamıştım, hepsi selam veriyordu fakat cevap vermediğimde ben suçlu oluyordum veya yakından çok çirkin.
Cevap vermek zorunda değildim ki... Konuştuğumda kimse beni duymamış, kulaç atmayı bilmediğim hâlde denizin ortasında bırakmışlardı. Şimdi neden konuşmamı istiyorlardı? İnsanlar hep mi böyle yapardı? Hep mi boğulduktan sonra el uzatırlardı?
Yolum kesilip kulaklıklarım çekildiğinde yerimde zıpladım korkudan, ayakkabılarıma o kadar çok odaklanmıştım ki yanıma birinin geldiğinin bile farkında değildim.
"Günaydın sarı," dedi Utku. "Biliyorum, kahve içeceksin. Sana eşlik edebilir miyim?"
Kafamı sağa sola sallayarak elindeki kulaklıklarımı almaya çalıştım fakat arkasına çekti. "Lütfen," dedi gözlerimin içine bakarken. "Birden masana oturmak istemedim, o yüzden izin istiyorum."
Bir insanın kulaklıklarını aniden çekmek ne kadar normaldi? Bir de izin alıyormuş gibi davranıyordu... Nefret ediyordum kulaklıklarımın çekilmesinden.
İlk geldiğim gün kahvemi onda bırakıp gitmiştim ama şu an kulaklıklarımı onda bırakarak gidemezdim, bütün gün onlar olmadan yapamazdım ve çıkışta vereceği de belli değildi.
Kulaklıklarıma bağlı yaşıyordum. Onların şarjının olduğu kadar ben de vardım.
Ona dokunmamaya çalışarak kulaklıklarımı almaya çalıştığımda bu sefer yukarı kaldırdı, almam daha da imkansızlaştı.
"Neden konuşmuyorsun? Neden sadece Ezgi ile konuşuyorsun?"
Avucumu açarak öne doğru uzattım. Kulaklıklarımı vermesini istiyordum ama elimi tuttu. Gözlerimi kırpıştırarak birkaç saniye ne yaptığını anlamaya çalıştım fakat hâlâ elimi tuttuğunu fark ettiğimde elimi sertçe çektim. "Ne yapıyorsunuz?"
Ellerimi sildim üzerime, sanki leke bırakmış gibi defalarca sildim.
"Konuştun," dedi şaşkınlıkla. "İlk benimle konuştun."
"Dilim var, konuşmak istemiyor oluşum konuşamadığım anlamına gelmez."
"Kahve içebilir miyiz?"
"Kulaklıklarımı alabilir miyim lütfen?"
"Kahve içersek verebilirim."
"Neden? Okulun gözüne mi sokacaksınız ilk sizinle konuştuğumu?"
"Sizi, bizi bıraksak mı?"
"Hayır."
"Kimse umrumda değil, sadece tanışmak istiyorum."
"Ama ben istemiyorum."
"Lütfen Lâl, dersin başlamasına yirmi dakika var. Yirmi dakika oturabiliriz."
"İstemiyorum."
"Ama neden? İki haftadır ne zaman yanına gelsem kaçtın."
"Demek ki istemiyorum."
"Benimle kahve içene kadar bunlar bende kalsın," dedi kulaklıklarımı göstererek. "İstersen şimdi içip hemen al, istersen başka zaman ama içene kadar vermeyeceğim."
"Sizin olabilirler," diyerek cebimden kutusunu çıkardım. "Bir daha karşıma çıkmayın."
Elini tutup kutuyu bırakmak istemediğim için uzattığımda elimden almayarak önce ellerime, sonra yüzüme baktı. "Kulaklığını vermek isteyecek kadar mı istemiyorsun benimle oturmak?"
"Evet."
Kulaklıklarımı uzattığında avucumu açarak uzattım. Elime bırakarak yanımdan geçtiğinde rahatlayarak kulağıma geri taktım.
Kulaklıklarımı çekerek benden almaya hakkı yoktu, onları geri vermeyerek kahve için zorlamaya ise hiç hakkı yoktu.
27 haziran 2023, uyku tutmadığında;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Coraline Yok Olmak İstiyor
ChickLit"Ama hayır, Coraline yemek istemiyor ve evet, Coraline yok olmak istiyor."