"Yüreğinde yanan cehennem ateşinin alevleri,Göğüs kafesine kurulmuş cesetlerin habercisi."
Büyük bir deprem oldu içeride. Hasar fazla. Çok fazla. Yıkılmamış olsalar bile artık eskisi kadar dayanıklı değiller. Çünkü yoruldular. Acıları yordu; dört duvarın içindeki yaşanmışlıkları yordu.
Dört duvarı bir de pembe çatısı olan bir evdi sığdırmak istediğim; sığdıramadığım. Artık o ev yoktu, bir daha da olmayacaktı.
Çünkü bir daha o kadar güçlü olamayacaktım.
"Laren," dedi Pars, beni gördüğünde, hafifçe gülümsemişti. "Seni görmeyi beklemiyordum."
Gülümsemesine karşılık verdim ve aramızdaki mesafeyi kapatmak için bir kaç adım attım. "Merhaba Pars," dedim ardından elimdeki dosyaları gösterdim. "Dosyaları teslim etmek için gelmiştim." Elimdeki dosyaları uzanıp aldığında sayfaları karıştırarak dikkatle inceledi. "Son operasyonda tutuklananların dosyaları."
Anladım der gibi başını salladı. "Bu dosyaları savcılığa teslim edip elimden gelebildiğince davalarını öne çekmeye çalışacağım." Histerik bir şekilde güldü. "Buna pek ihtiyaçları olduğu da söylenemez, vatan hainlerinin dosyalarını hiçbir savcı ötelemez."
Derin bir soluk verdim. Yaklaşık iki haftadır emniyete gidip geliyordum fakat Pars'ı ilk kez görüyordum burada. Muhtemelen Türkiye'den yeni gelmişti.
"Buraya kadar gelmişsin bir kahve içmek ister misin?" diye sordu başını dosyalardan kaldırıp bana baktığında. "İşin yoksa tabii."
Aslında sorguların nasıl gittiğini merak ediyordum, ondan öğrenebilirdim ancak oldukça işim vardı ve buna bugün zaman ayıramayacaktım. "Gerçekten isterdim Pars ama inan hiç vaktim yok, bir daha ki görüşmemizde bunu yapsak daha iyi olur."
Bozuntuya vermeden, "Öyle olsun," dedi. "Öyleyse görüşürüz."
"Görüşürüz."
Arkamı dönüp emniyetten çıktığımda emniyet binasının önüne park ettiğim arabama atladım. Aylar ne kadar değişirse değişsin mevsimler değişmiyordu burada, hava çok soğuktu ve ellerim üşümüştü. Isıtıcıyı açtıktan sonra arabayı çalıştırdım ve gazı körükledim.
Bir kaç dakika sonra telefonum çalmaya başladığında gözümü yoldan ayırıp telefonumda arayan kişiye baktım. Yiğit arıyordu. Kulağıma kulaklıklarımı taktım ve telefonu açtım.
"N'aber fıstık?" diye açtı telefonu.
Telefonu açar açmaz söylediği kelimeye kısa bir an güldükten sonra, "Bu ne keyif böyle?" dedim, gülüşümün arasında.
"Seninle konuşuyorum ya ondandır."
Bu defa kıkırdadım. "Sen iyi misin Yiğit, ne bu sevgi pıtırcıklığı?"
"Cık," dedi. "Çok iyiyim aslında ama seni göremedim akademide, merak ettim, neredesin?"
Sesli bir nefes verdikten sonra dudaklarımı birbirine bastırıp ifademi toparladım. "Emniyetteydim, dava dosyalarını Pars'a teslim ettim, şimdi yoldayım."
"Akademiye mi geliyorsun?"
Aslında o kadar gelmek istemiyorum ki Yiğit.
"Maalesef," dedim mırıltıyla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜLDEN KAR TANESİ
Roman pour AdolescentsKoynunda sarıp sarmaladığın yılan, şimdi göğüs kafesine düşman.