200 oy, 200 yorum ♡
***
Chan, salonun kapısını itip içeri girdiğinde kaşları çatıldı fark ettiği tuhaflık yüzünden. Salon bugün boş, gelenleri de sinirli olduğu oldukça belli olan Changbin gönderiyordu.
"Bir sorun mu var?" diye yanlarına gittiğinde Jeongin oturduğu yerden kafasını kaldırıp ona bakmış, Changbin de zaten arkadaşı olan adama dönüp son zamanlarda Minho ile olan iş birliğini bildiği için kafa sallamıştı.
"Sabah gelir gelmez anahtarı ve Minho'nun telefonunu yerde buldum. Dahası o salak şu an hiçbir yerde yok." Ellerini saçlarından geçirdi. "Seni arayacaktım ben de, sen biliyor musun?"
"Beraber geldik dün akşam," dedi Chan direkt. Dün akşamı hatırlamış, başını sallamıştı. "Buraya kadar geldik sonra ben ayrıldım," Duraksadı, küfretti. "Sikeyim, içeri girmemişti. Maçtan birilerinin bir şey yapmış olma ihtimali, kamera yok mu?"
Changbin ofladı, sadece üçünün olduğu alanda bağırdı. "Senin ben kafanı sikeyim Minho, kafanı sikeyim ben senin ya!"
"Kameralar bakımda," dedi Jeongin, Changbin cevap vermediği için. "Ondan dolayı çalışmıyorlar, karşı binanın sahibi de uyuzun teki olduğu için bizi içeri bile sokmuyor. Arkadaşımdan onların sistemine sızmasını istedim, Minho hyungdan hiçbir haber alamadığımız için şu an elimizden başka bir şey gelmiyor."
Sözlerinin üstüne salonun kapısı açılmış, içeri uzun boylu, siyah saçlı bir çocuk girmişti. "Jeongin," demesiyle Jeongin yerinden ayaklandı ve hızla ona doğru ilerledi. "Hyunjin!"
Gözler onlara döndüğünde Hyunjin elindeki belleği salladı. "Burada görmeniz gereken şeyler var dostum."
"Bilgisayar var odamda," diyen Changbin ile dördü de odaya geçmiş, Hyunjin kaydettiği görüntüleri açmıştı. Hepsi dün akşam Chan gittikten sonra olanları izlerken Chan tanıdık yüzle küfretmişti ki beklenmedik bir ses duydular.
"Hepiniz toplanmış ne yapıyorsunuz?"
Minho, odanın girişine yanında ondan birkaç santim kısa bir çocukla, alçıya alınan koluyla ve dağılmış yüzüyle onlara bakıyordu.
"Hyung," diyen Jeongin hemen endişeyle ona doğru ilerlerken Chan'ın gözleri bilgisayarda takılı kaldı, çocuğun aldığı sopayla Minho'nun kolunu kırması birkaç sene önceyi hatırlamasını sağladı.
"Ah," dedi Minho yüzünü buruşturup. "Bunaldım sizden, Changbin birkaç gün daha buradayım."
"Hayır birkaç gün daha burada değil," dedi Chan, yeterince olanları herkes dinlemişti ve artık gerek olmadığını düşünüyordu. İlerleyip zaten odanın içinde olan küçük valizi eline aldı. "Bende kalacak Changbin."
Minho kaşlarını çattı. "Pardon?" Güldü. "Ne zamandan beri benim adıma karar veriyorsun Bang Chan?"
Chan, ironiyle bileğindeki saate baktı. "Yaklaşık on saniyedir."
"Benimle gel," demiş ve yürümeye başlamıştı. Minho arkasından göz devirdi ve ayağa kalktı. "Ya!" diye bağıran kardeşiyle seslendi. "Jisung' a iyi bakın, öldürürüm sizi!"
"Abi ya!"
"Konuşuruz sincap."
Chan'ın arkasından salondan çıktı, yürüyen adama yetişmiş, boştaki eliyle omuzuna vurmuştu fakat o daha konuşmadan Chan gözlerini ona dikti. "Dünkü adam için bahis toplayan çocuk değil miydi o?"
"Evet," dedi Minho, yanına geçti. "Çenesini kırdım, nasıl ama?"
"Gördüm," dedi köşeyi dönerlerken. "Diğerlerini nasıl yere serdiğini de. Kapının önünde oturmak yerine birilerini arayabilirdin, neden yapmadın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hall of fame, minchan ✓
Fanfictionsenin hikayeni sikeyim, ben kendi hikayemi yazacağım.