4. BÖLÜM

62 32 127
                                    

Yukarıdaki şarkıyı dinleyebilirsiniz. Bölümü beğenmeniz dileğiyle...

~~

Ablam karşımda kıkırdarken bu kutuyu hangi akılla böyle ortalık yerde bıraktığımı düşünüyordum. Beyaz kutuma koyduktan sonra tekrar çıkarıp bakmıştım. Sonra yine beyaz kutuma koymayı unutmuşum. Of! Ablam ne desem inanmaz şimdi. Anlatsam mı acaba? Herhalde anlatacağım,başka ne yapabilirim ki. Derin bir nefes aldım. ''Bak, anlatacağım ama beni bölmeyeceksin ve bana inanacaksın. İnanmalısın!'' Ellerini tuttum. ''Bu şey kaç gündür aklımdan çıkmıyor, yardımına ihtiyacım var tamam mı?''

Yüzündeki biraz daha ciddileşen ifadeye bakılırsa işin basit bir şey olmadığına kanaat getirmişti belli ki. Az önceki alaylı ifadesinden eser kalmamıştı, çünkü yüzümde gerçekten de endişeli bir ifade olduğuna eminim! Yanaklarımı şişirip indirdim ve konuşmaya başladım. ''Ben geçenlerde kütüphaneye gitmiş çalışıyordum. Sonra lavaboya gittim. Geldiğimde de bu kutu vardı. Biri unuttu mu diye düşündüm ama etrafta bunu unutacak kimse yoktu. Eve gelince açtığımda içinden çikolatalar ve not çıktı. Notta ne yazdığını gördün zaten. Off, kimin verdiği hakkında hiç fikrim yok ve aklımdan çıkmıyor!'' Ablam sessizce başını salladı. Yüzünde düşünceli bir ifade vardı. ''Bu kişinin kim olduğunu bilmek istiyor musun?''

Biraz düşündüm. Eh,bilsem fena olmazdı yani. En azından o kişiye bu saçmalığın nedenini sorardım. Başımı salladım. Ablam ''Bana biraz daha bilgi vermen lazım o zaman. O gün kütüphaneye gideceğini kimler biliyordu?''

''Kimse bilmiyordu.''

''Hımm, peki kütüphaneye gidebileceğini kim tahmin edebilir?''

''Galiba sadece Evrim ve sen.'' Sonra aklıma gelen isimle içime bir şüphe düştü. ''Bir de Evrim'in sevgilisi Ege...''

Anında kaşları çatıldı. ''Ne?!'' Gerçekten de bu kutuyu bırakan kişi Ege olabilir miydi? Buna inanmak istemiyordum. Bu,bu... Olamaz ya, olamaz! İmkansız. O Evrim ile çıkıyor, ben ne alaka? O olamaz. Olmamalı...

''Yok,o... O olamaz, o değildir. O gün Evrim'in hediyesini vermek için yanına gitmiştim. Beni pek Evrim'in yanında görmediğini söyleyince bende ona genelde kütüphanede oluyorum demiştim...'' Korkuyla elimi ağzıma götürdüm. O olamazdı, ama bütün bunlar kutunun sahibinin Ege olduğunu gösteriyordu. Zaten iletişime geçtiğim çok az insan vardı ve kütüphaneye gideceğimi sadece ablam ve Evrim tahmin edebilirdi. Onlar olmadığına göre tek seçenek Ege'ydi. Buna inanmak istemiyordum ama anlaşılan o ki bu kişi Ege'ydi.

''Alin, başka birine söylemediğine emin misin?'' dedi ablam korkuyla. Onun gibi bende korkuyordum çünkü bu büyük bir sorundu. Evrim ile arkadaşlığımız son bulabilirdi. Ama bütün oklar Ege'yi gösteriyordu...

''E-eminim. O değildir. Yok, o değildir. Buna inanmak istemiyorum...''

''Alin bu doğru değil demek isterdim ama anlaşılan o kutuyu sana veren Ege.''

''Eee... Peki, şimdi ne yapmam gerekiyor?''

''Sakin ol öncelikle. Yani bence bu olay hiç yaşanmamış gibi devam et. Ama arada bir bak Ege yada bir başkası şüpheli davranıyor mu diye. Sonuçta Ege dışında biri olma ihtimali hala var. Kısacası normal davran ve biraz gözlem yap.''

Şuan en mantıklısı ablamın söyledikleri gibi geliyordu. Bunu özellikle Evrim'e ve kimseye çaktırmadan bu kişinin Ege dışında biri olma ihtimaline inanacaktım.

. . .

Ertesi gün sınıfa girdiğimde gözlerim etrafta dolaştı. Ege'yi Evrim ile birlikte her zamanki yerinde görünce panikledim. Normal davranmalıydım ama o an resmen nasıl normal davrandığımı unuttum! Derin nefesler alarak o tarafa bakmayıp yerime oturdum ve kafamı kitabıma gömdüm.

Ege neden böyle bir şey yapmıştı ki? Evrim ondan çok sadık diye bahsettiği için bana aşık olabileceğini düşünmüyordum. Gerçi istese yapardı ama bu çok düşük bir ihtimal olduğu için göz önünde bulundurmamaya karar vermiştim. Ders başladığında ben hala bunları düşündüğüm için kendime kızdım. Alt tarafı bir kutu, ne kadar kafayı taktım buna ya! Belki Evrim'in hediyesini ona ilettiğim için teşekkür etmek istedi? Ama o zaman neden öyle bir not yazsın ki? Aman bana ne canım, saçma bir kutu işte!

Birkaç saat sonra öğle arası olmuştu. Okulumuzun çevresinde fazlaca kafe olduğundan öğle arası neredeyse herkes arkadaşlarıyla kafelerde otururlardı. Okulda bir tek benim gibi yalnızlar kalırdı. Evrim her seferinde beni davet etse de o sırada Gizem'in iğrenç bakışlarına maruz kaldığım için ve onların yanında rahat hareket edemediğim için reddediyordum. Bu günde her zamanki gibi yemekhanede hızlıca yemeğimi bitirip sınıfımda kitap okuyordum. Tam istediğim gibi, koridor çok sessizdi.

Huzurlu bir şekilde kitabımı okurken boğuk çığlıklar duymaya başladım. Kaşlarım çatıldı. Neler oluyordu? Birkaç saniye bekledim ama çığlıklar dinmedi. Daha dikkatli dinlediğimde ''Sus!'' emirlerini duydum. Hemen yerimden kalktım. Boş koridorda sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Yangın merdiveni! Ses buradan geliyordu. Hemen oraya koşmaya başladığımda aklıma gelen ihtimallerle yutkundum. Anılar yavaş yavaş zihnimde canlanıyordu ve bu boğazıma bir yumrunun oturmasına sebep oldu. Ağlama isteğimi bastırmaya çalıştım. Uzun koridorun sonuna yaklaştığımda adımlarım yavaşladı,koşamadım.

Çığlıklar dinmiyordu ve kendimi iyi hissetmiyordum. Her çığlıkta içimde bir şeyler kopuyor ve anılar bir bir zihnimde tazeleniyordu. Asla hatırlamak istemeyeceğim anıları hatırlamak, hem sinirlerimi bozuyor hem de ağlama isteğimi artırıyordu. Boğazımdaki yumru git gide büyüyor, gözyaşlarım gözüme hücum ediyor,görüntü bulanıklaşıyordu. Ağlamak üzere olduğumu kimsenin görmesini istemiyordum,bu zihnimde 'Ezik!' seslerinin yankılanmasına neden oluyordu. Şuan ne kadar küçümsenecek durumda olduğumu kimsenin görmesini istemiyordum. Gözyaşlarımı geri göndermeye çalışırken titreyen ellerimi saçlarıma götürüp yüzümü gizlemeye çalıştım. Sessizce burnumu çekip ellerimle gözlerimi sildim, kimse ağlamak üzere olduğumu görmesin diye. Saçlarımı önüme atıp yüzümü yere eğdim, kimse yüzümün kıpkırmızı olduğunu görmesin diye. Vücudumu olabildiğince kastım, kimse titrediğimi görmesin diye. Ne kadar kötü ve acınası durumda olduğumu kimse görmesin istedim. Koridor bomboş da olsa belki birisi camdan izliyordur,belki birisi kameradan halime bakıyordur diye bunları yaptım. Beni izleyip alay etmesinler diye bunları yaptım.

Korktum, yine aynılarını yaşarım diye korktum,yine benimle alay ederler diye korktum, yine bana acırlar diye korktum, insanlardan korktum, her şeyden korktum. Başıma şiddetli bir ağrı saplandı, ya bayılırsam da beni fotoğraf çekerler diye korktum. Çığlıkları duydum, çığlıkların sahibi için korktum. 'Sus!' seslerini duydum, tekrar o emirleri duyarım diye korktum. Tekrardan karşımda psikolog oturur diye korktum. Zihnimdeki canlananları yeniden yok edemem diye korktum. Her şeyden, herkesten korktum. Başımdaki ağrı git gide şiddetlendi. Titremem git gide arttı, daha çok kendimi kastım ve bu başımın daha çok ağrımasına sebep oldu.

Kapının önünde durdum ve dayanılmaz baş ağrımla titreyen,terli ellerimi üniformama silip kapı koluna uzandım. Kapıyı yavaşça ittim, içeriye bir adım attım. Kapı hala açık vaziyetteydi ve elim kapı kolunda duruyordu,elimi çekmeye güç bulamadım. Çığlıkların geldiği yöne, aşağı kata baktım. Görüş açım buğulandığından kimler olduğunu tam seçemedim ama üç tane kızın, kendilerinden oldukça kısa olan başka bir kızı köşeye sıkıştırıp dövdüklerini gördüm. Kızla alay edip videoya çekiyorlardı. Onları boğmak, köşeye sıkıştırdıkları kızı kurtarmak istedim. Onu anlıyordum,o lafların ne kadar iğrenç olduğunu ve bunun zihninden asla silinmeyeceğini biliyordum. Bu sırada birinin buraya koştuğunu anladım. Buraya gelenin beni görmesini istemiyordum ve daha önemlisi kızın yardıma ihtiyacı vardı. Baş ağrımı ve zihnimde yankılanan aşağılayıcı sözleri susturmaya çalıştım. Adım sesleri yükseliyordu, gelen kişi yaklaşmıştı. İçimi acıtan bir çığlıktan sonra merdivenlere doğru adım attım ve titreyen dizlerim ilerlememe izin vermedi,yere yığılacaktım ve bir erkek sesi duydum.

''Kız düşecek,çığlıklar yükseliyor çabuk yardıma gelin!''

KÖRDÜĞÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin