İlk kez alıştım. İlk kez kendime yakışan bir şeyler bulmayı başardım. Ve kendimi onlara ait kılmaya onları benimsemeye başladım. Herşey güzel değildi. Ama güzel yapmak zorundaydım. En kötüleri bile iyileştirmeliydim. Ben acıları bile kendimce süslemişken onlara kötü gelen karanlık gelen herşeyi alıp gülüşlerimle örtmeye çalıştım. İnsanlara göre fazla gülen biriydim. Bilmem hep öyle derlerdi. Ama bence yalandı. Çok nadiren gülerdim. Yada ben iyi bir yalancıydım. Evet öyleydim. Geçmişte bir çok insan bana böyle hitap ederdi.
🍁
Eksik ve yarım hayatımın değerli anları yarım ve eksikti. eksik olan hayatım mıydı yoksa ailemin olmaması mıydı? bu yüzden mi ismimi benden başka kimse bilmiyordu? oysa ki baktığım heryerde benim gibi bir sürü insan vardı. ama beni tanıyan onların bastığı kaldırım taşlarıydı.Biz bizken yanlız kaldık. yokken ise hayatımıza renk katan birilerini aradık. sonuç hep aynı yere çıktı. kimileri aradı buldu. kimileri ise yolun başında vazgeçti. bulanlar sıkıldı. bulamayanlar hep bir arayış içinde yaşadı. oysa ki yanlızlık etrafında ki insanların sayısına bakmazdı. çünkü kendi içinde yanlız olduğun surece hep eksik ve yanlızsın...
İlk defa kendi isteğimle gelmediğim bir şehirde yaşıyordum. her şehirde sadece iki ay kalırken bu şehirde üç ayımı geride bırakmıştım. Tesadüfen geldiğim bu şehrin kendine göre bir sürü tuhaf kuralları vardı. ve en önemlisi buraya gelen kişiler geldikleri mevsim gelemeyene kadar ayrılamıyordu. ve ben Şubat ayında gelmiştim. ve burdan gitmem için gelecek Şubat'ı beklemeliyim.
Hayır böyle saçma kuralları koyan kişiyi bulsaydım. iyi bir lafım olurdu. neyse ki öyle biri yoktu. burayı anlatan bir kitaba göre şehir kendi kurallarını kendi koymuştu. ve uymayanlara cezalar veriliyordu. ve bu gelenekler yıllar öncesine dayanıklıydı. kimse kurallarına baş kaldırmaz insanlar ölümüne itat ediyordu.
benim bilmediğim bir çok şey vardı. bu şehirde farklı ırklar ve çok sayıda düşmanlıklar vardı. bu üç ay içinde duyduklarım beni her ne kadar şoka uğratsada. işin tuhaf yanı eskiden korkuyu tanımayan benliğim korkuyordu.
serin bir hava baharın gelişini kutlarken. havanın temiz kokusunu derince soluyayak her zaman önünde gectiğim garip müzenin önündeydim. bir müze diye geçiyordu ama bir müze değildi. bir okuldu. tabi bildiğimiz okullardan değildi. tabi bu düşüncem dışına bakılınca kocaman bir bahçesi vardı. ve etrafı demirli korkuluklarla örtülüydü. devasa siyah kapının en üstünde altın renginde büyük yazılarla klas müzesi yazılmıştı. altın renginin en dikat çekici tonunda ve etrafıyla sisler yılan gibi yazılara sarılmıştı. doğrusu dış cephesi çok ürkütücüydü. simsiyah taşlarla sarar büyüklüğündeydi. kaç katı vardı emin değilim.
şehrin merkezinde sayılırdı ama yanında veya önünü kapatacak hiç bir ev iş yeri yoktu. olsa dahi görünmezdi. kocaman kulesi göklere uzanacak kadar uzundu. doğrusu korksamda içini merak etmeden duramıyordum. fazla dikatimi çekiyordu.Tabi beni asla içeriden sokmazlar. oraya sacece bilindik ve önemli kişiler girebiliyordu. çokça sıkı korununan bir yerdi.
Belkide içinde önemli bir hazineyi gizliyorlar. adı üstünde bir müzeydi. illa değerli eşyalar vardı. aklıma şeytani oyunlar düşüncelerime karışıyordu. içimde ki merak çok başka bir hal almıştı. ne zamandır hırsızlık yapmıyordum artık bırakmıştım. tabi bu müzeyi gördüğümden bu yana uyku bile haram olmuştu gözlerime.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERİN SIZI
Fantasyİz." diye fısıldadı biri. Sesini dıyamadım. haykırdı bu sefer ormanın derinliklerinde gelen puslu bir ses o sesleri susturuyordu. "İz widregal!" diye. sesler çınlıyordu kulaklarımda. Göremiyordum izlerini. İzinsizce yaklaştım onun o sislerine. Kokus...