"Bırak beni gitmek istiyorum." Ağzımdan çıkan kelimeler soluk ve çaresizlik dolu, sesim kısık ve güçsüzdü. Sanki boğazımda beni konuşmam için zorlayan birşey var gibiydi. Gözlerimde çoktan yalvarışların yansıması başlayıp pırıltılar sönmüştü. Kendimi çok yorgun hissediyordum çünkü bir süredir karnımdaki kan daha çok akarak kıyafetlerimi yapış yapış etmişti.
"Han Jisung, bu işten kaçtığını mı sandın? Ne halt ediyorsun da benim işlerime karışıyorsun!"
"Hepsi senin suçun, bunlar benim fikrim miydi sanıyorsun?"
"Senin fikrin olsun ya da olmasın, ister fikir arkadaşlarından çıkmış olsun. İşin ucu sana batıyor çünkü tanıdığım ve bana karşı suikast yapan tek kişi sensin."
"Tek düşmanın benim."
Anladığım tek konu buydu, amacı bana zarar vermek değildi. Sadece bu işin peşini bırakmamız için bizi tehdit etmek istemiş fakat bu tehditi daha tehlikeli hale dönerek yaralanmaya sebep olmuştu. Olduğu durumdan hoşlanmadığını biliyordum, silahı ise neden dolu getirdi anlayamamıştım.
"Bana zarar vermek istemedin, o halde bu yarayı kapat. Yaptığın hatayı düzelt!-" dedikten hemen sonra iki kez öksürmüştüm, canım pahasına çok sinirlenmiştim ki kendimi çok zorlamıştım. Beklemediğim bir tepki ile güldü ve gözlerini kocaman açtı, korkunç gözüküyordu.
"Ben yapmadım, silahı indirmeye çalışırken karnına kendin tuttun. Kendini vurduysan Han, bunu neden ben telafi edeyim ve suçu üstleneyim?"
Gerçekten sinir bozucuydu ama haklıydı. Haklı olması zaten onu sinir bozucu hale getiriyordu!Oradan ayrıldığı gibi acı içinde kıvranmaya, korkmaya başladım. Kalbim yavaş yavaş çarparken bağırmayı düşündüm belki işe yarar diye.
"Yardım edin!"
Tabii, yardımıma koşacak tek kişi bendim. Onu da yapacak gücü bulamıyordum, bu adamın beni buraya bırakıp gittiğini düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Etrafımı inceledim, kimse yoktu. Çeşit çeşit ve renk renk tankerler çevremi sarıyor ve görüş alanımı kısıtlıyordu, ileride ise denizin sesini duyuyordum. Yanımda hiç adam olmadığına göre gerçekten buraya ölüme terkedilmiştim.
Endişeyle ve sinirle bağırıyor, gücümü harcamamı önemseyerek yarınım yokmuşçasına ağlıyordum. Bana göre daha çok gençtim ve eğer ölürsem bu hem arkadaşlarım, hem kendim, hem de..Minho için büyük kayıp olurdu. Canlı iken onu bekleyecek daha çok senem olmalıydı önümde, böyle bitmemeliydi.
Sinirle bağırıp bütün sinirimi çıkarttıktan ve yardım dilendikten sonra içimde birden başka bir ses işittim. Birisi acı içinde bağırıyor ve hıçkırıyordu, o kişi ben değildim. Umursamadım, son dakikalarım, yanlış duyuyorumdur diyip geçiştirdim. Ayağa kalkmayı denemek istedim ama yapamadım çünkü bütün gücümü tüketmiş, kendimi zorlayamamıştım. Gereğinden fazla kana bulanmış ve kirlenmiştim çoktan!..
~Hwang Hyunjin'in gözü dumandan başka birşey görmezken herşey anında olup bitmişti. Tozu dağıtmaya çalışıp can havliyle dışarı atıldıktan sonra arkadaşının çıkışını görmedi. Endişe ederek ve gözlerinden yaşlar akarak onun ismini çağırıyor, yanıt alamıyordu. Sonunda tüm toz bulutu dağılıp göz gözü gördüğünde heryeri inceledi, sokak ise dumanla dolan dükkanın başına toplanmıştı.
Feryat eden bir genci izliyor, içleri acıyor ve vahvahlanıyorlardı.
Hyunjin aceleyle içeri girmiş ve kabinlerin olduğu yere gelmişti, yeri incelediğinde kan lekelerinin sürünerek dükkanın dışına kadar çıktığını ve kesildiğini farketti. İçinden olumsuzlukla sayıklarken tek yapmayı düşündüğü şey telefondan polisi ve arkadaşlarını aramaktı. Neyse ki polisi aramadan çoktan birileri ihbar etmiş ve olay yerine varmışlardı. Hyunjin ise telefon araması yaparken yanına gelmiş, ona anında sürü halinde sorular yöneltmişlerdi. Başka adamlar da yerdeki kan lekeleri ile meşguldü, polisleri gören genç telefonu masaya bırakmış ve bir arama yaptığını unutmuştu.
"Hyunjin, orada herşey yolunda mı? Neden aradın?.."
Telefonun sesi duyulmayacak haldeydi. Polis sordu;
"Olay nasıl gerçekleşti."
"***"
"Anladım, yani bir adam gelerek sizi silahla tehdit etti ve arkadaşınız Han Jisung sizi korumaya çalışırken vuruldu, daha sonra dışarıdan başka birisi ateş açtı ve içerideki adam etrafı toz dumana katarak Han Jisung'u oluşan karmaşayı fırsat bilerek kaçırdı. Bu şekilde mi?"
"Evet!"
"Sizin yaralanmanız var mı?"
"Ben..ben iyiyim, ama arkadaşım. O karnından vuruldu, şu ana kadar fazla kan kaybetmiştir lütfen onları bulun yalvarırım."
"Suçluyu tanır mısınız?"
"Evet, Kaboom Fireworks şirketinin başkanı Lee Seo-Jun. İnternetteki tüm ifşa bilgileri doğru ve dolandırıcılık yapıyor. Şu an GameEight şirketinin başkanı ile anlaşma yaptı. Sahte kimlik kartı var.."
Hyunjin aceleyle tüm bildiklerini anlatırken kelimeleri birbirine karıştırıyor, elini ayağına dolaştırıyordu. Yerinde duramayışı ve her an ağlayacakmış gibi çıkan titrek sesi herkesin endişelenmesine yol açıyordu. Telefondan ise hayretli sesler yükselmeye başlamıştı..
"Hyunjin!? Orada neler oldu!.."
Polis gittiği gibi ağlayışını tutmamış ve sokak boyu hıçkırarak, bağırarak feryat etmişti. Eve geldiğinde kapıyı hızlı bir hareketle açmış, endişeli ve bazılarının da gözü dolmuş arkadaşlarının yanına geldi. Gözlerini açıp umutsuzca onlara baktı ve birden dizlerinin bağı çözülerek yere düştü. Herkes yanına gelmiş, onu susturmaya çalışırken soru bile sormadılar. Herşeyi duymuşlar ve anlamışlardı..~
Her hücrem ve parçamın geri geldiğini hissederken inanılmaz bir güç işitiyordum. Kulağımda birilerinin acı haykırışları çınlıyor, sürekli kendisini kurtaracak birilerini isteyerek yalvarıyordu. Gözlerimi açtığımda ellerimi kaldırıp kendime baktım, yarı saydamdım. Yerde, çürümüş bedenimin yanında yatıyordum. Çoktan yok olmam gerekiyordu fakat bir adamın acı haykırışları ile tekrar ruh bulmuş, eksiksiz eski halime dönmüştüm. Kalkarak Halmeoni ve Jeongin'in yanına gittiğimde şaşkın gözlerle bana bakmış, işlerini bırakmışlardı. Sahiden bende onlar kadar şaşkındım.
"Ben...geri döndüm."
"Nasıl olabilir? Ruhunun her bir parçası 1000'e ayrılarak ayrı yerlerde kayboldu, imkansız. Minho?"
"Halmeoni, ruhum kulaklarımda acı çeken bir adamın sesiyle tekrar doğdu. Ne olduğundan emin değilim."
Belki de gidip Jisung'un arkadaşlarını ve onu bulmalıydım, evet, Jisung!!
Aklıma gelen isimle kocaman gülerek heyecanlı halde hareketlendim ve onu bulacağıma söz vererek o eve doğru kayboldum.
...
"Jisung! Ben geri geldim!..Jisung?"
Sesim alçalırken onun evine değil de sanki cenaze evine gelmiştim. Herkes üzgündü, herkes göz yaşı döküyordu ve susuyordu. Bazıları sayıklıyor, birşeyleri kabullenemiyordu. Hepsinin kulağına üfledikten sonra ses ettim.
"Hey, buradayım."
Mutsuz bir ifadeyle seslenirken hepsi şaşkın gözlerle arkalarına, yani bana döndüler. O kadar şaşırmışlardı ki, neredeyse ilk zamanki gibi kaçıp gideceğe benziyorlardı.
"Bakmayın bana öyle, nasıl oldu bende bilmiyorum. Muhtemelen Jisung size anlatmıştır. Nasıl döndüm diye soracaksanız, kulaklarımda acı içinde bağıran bir adamın sesiyle."
"Bağıran adam mı?" Herkese göre daha yapılı gözüken adam endişelenerek ve yutkunarak bunu sormuştu.
"Evet. Ölmemek ve birilerinin onun yardımına koşması için bağırıyordu. Ruhlar ancak eğer birileri onları ya da sevdiklerini kalpten tekrar isterse geri gelebilir. Çok zor durumda kaldıklarında."
Sahiden, kendi dediklerimi düşünmüştüm ve gülümsemem silinip yüzüme gölge düşmüştü; aralarında sadece Jisung yoktu. Beni ondan başka kimse bu kadar fazla hevesle isteyemezdi.
"Jisung!.." içlerinden birisi aceleyle yerinden kalkmış, açıklamasını yaptığım kişinin Jisung olduğunu söylemekle meşguldü.İçimde bir burukluk ve acı hissettim. İnanamış gibiydim, anlamak istemiyordum, istemedim. Masumca dediğini tekrar etmesini diledim, kısık ve korkulu çıkan sesimle.
"Ne demek o?.."✎
Devam edecek...
⭐
ŞİMDİ OKUDUĞUN
• ruLino • {Minsung}
Fiksi Penggemar"Hediyeden kastın ne?.." "Ne bileyim, kuru kafa olur. Kemik parçaları olur, o tür şeyler işte!." ~ "Selam! Ben Lee Min-ho, yani Lino. Tanıştığıma memnun oldum, yabancı!.." "Bu şey de, ne oluyor?..." Yüzyıllar boyu ayakta duran lanetli bir evi canla...