Gireceğim toplantıdan dolayı fazlasıyla heyecanlıydım. Konuştuğum daha doğrusu konuşmaya çalıştığım adamla en son müdür bir görüşme ayarlamıştı. Şimdi ise birkaç dakika sonra konuşacaktık ihaleler ile ilgili. Derin bir nefes bırakıp saatime baktım. Vakti geldi. Koltuğumdan kalkıp kapıya doğru yürüdüm, kapıyı açıp kapattım toplantı odasına doğru gitmeye başladım. Patronumla aynı anda gelmiştik.
"Bak Yoongi, eğer bu işi alırsak şirket daha da büyür, en iyi şekilde yapalım bu işi."
Başımı sallayıp odaya girdiğimizde adam ve yanındakiler ayağa kalktı. Eğilip selam verdiler.
"Hoş geldiniz." Dedi patronum. Adamlar bir şey demeyip laptoplarını açıp birkaç klavye sesinden sonra bize çevirmiş konuşmaya başlamıştı.
"Burda şartlarım yazıyor, çalışanın birazdan fotokopisini çekip getirecek. Ancak biraz uzun sürecek imzalama işim."
"Peki, bakarız şartlarınıza bunun dahilinde bizim de bazı şartlarımız olacak efendim. İmza işini siz kesin kararınızı verdikten sonra atarsınız."
Müdürümü ben, adam ve onun yanındakiler dikkatli ile dinlemiştik. Adam başını salladığında kapı çalındı. Bahsettiği adamı şartlarının fotokopisini getirmişti.
___
Yaklaşık bir saat süren toplantının ardından kendimi nihayet odama atabilmiştim. İşim kalmamıştı, ismini yeni yeni beynime kazıyabildiğim yaralı çocuğun yanına gitmek için hazırlanıyordum. Ona ne görebileceğimi düşünüyordum. Koltuğumun üzerindeki ceketimi alıp odadan çıktım. Dün ona çiçek götürdüğümde söyledikleri beni etkilemişti. Eğer çiçek sevseydi ona saksıda götürürdüm büyütmesi için.
Arabama bindiğimde kemerimi takıp hızlıca yola çıktım. Bir şey götürmek istiyorum çünkü mutlu olmasını istiyorum. Dün saçına dokunmak için elimi kaldırdığımda kendisini korumuştu. Bunu yapması ciddi anlamda canımı yakmıştı. Kimden bilmiyorum ama sanırım o şiddet görüyordu.
Hastanenin önüne geldiğimde arabamı park edip içeri girdim. Asansöre binip hızlıca odasının önüne vardım. Kapıyı iki kez tıklayıp içeri girdim. Yatağı boştu, banyoya mı gitmişti? Lavaboya baktığımda oranın da boş olduğunu fark ettim. Telaş ile odadan çıktığımda hemşireyi durdurdum.
"Burda birisi vardı, odası boş nerde acaba?"
"İsmi neydi efendim?"
"Jung Hoseok."
"Ah, hava almak istediğini söyledi bende terasa çıkardım, yanlız olmak istediğini söyledi ama."
"Peki teşekkür ederim."
Diyip yanından ayrıldım. Korkmuştum çünkü belki ona bunu yapanlar buraya gelip başka şeyler de yapabilirdi. Terasa çıkan merdivenleri kullandım. Kapıyı açtığımda rüzgarın olduğunu fark etmiştim. Gözlerimi alanda gezdirdim. Ordaydı, tekerlekli sandalyeye oturmuş, burdan bakıldığında küçük gözüken şehre bakıyordu. Sakince nefes alıp verdim. Yanına gitmeye başladığımda olabildiğince yere bakmamaya dikkat ederek yürümeye başladım. Yükseklik korkum yoktu evet ama yine de bir korku vardı içimde.
Yanında durdum. Göz ucuyla bana bakıp önüne döndü. Onu izlemeye başladım. Rüzgâr saçlarını geriye doğru savuruyordu. Başındaki sargıya baktım. Acaba acıyor muydu?
"Acıyor mu?"
Konuşmam ile bana baktı.
"Ne acıyor mu?"
"Yaralarınız acıyor mu?
"Evet ama geçecek hepsi."
"O kadar çabuk iyileşecek yaralara benzemiyorlar. Biraz sürecek gibi."
"İyileşmelerini beklemeyeceğim."
Dediğini anlamamıştım. Ne demek istiyordu?
"Nasıl yani?"
"Boş verin. Neden geldiniz tekrardan?"
"İyi olup olmadığınızı kontrol etmek istedim."
"Sağ olun ama kendinizi yormayın, gelmenize gerek yok."
Omuzlarımı silkip şehre bakmaya başladım. Ona bir hediye almak istemiştim ama neyi sevdiğini tam olarak bilmiyordum. Onun hakkında bildiğim tek şey ismi ve çiçekleri sevmemesiydi.
"Polisler yapanları araştırmaya başladı mı?"
"Sanırım evet."
"Korkuyor musunuz?"
Gözlerini tekrar bana çevirdi. Ben de ona baktığımda hemen bakışlarını başka bir yine çevirdi.
"Neyden?"
"Ya sizden sonra sevdiklerinize zarar vermeye başlarlarsa?"
"Zarar verebilecekleri sevdiklerim yok."
Garipseyerek ona baktım. Belki ailesini kaybetmişti? Bedenindekiler dışında bir de onların acısını tekrar gün yüzüne çıkartmamak adına sustum.
Gökyüzüne baktım, rüzgâr biraz daha şiddetlenmişti. Üşümüyor muydu, onu odasına götürebilirdim.
"Üşüyor musunuz?"
Başını olumsuz bir şekilde salladı.
"Odanıza götürmemi ister misiniz?"
"Olur, teşekkür ederim."
Sandalyeyi arkasından ittirerek asansöre getirdim. Bir kat aşağıya bastım. Aynadan ona baktığımda bilinçsizce ellerini kaşığını gördüm. Elleri fazlasıyla kızarmıştı. Sandalyeyi arkasından ittirmiş odasına getirmiştim. Yatağına yaklaştırıp,
"Sizi yatağınıza bırakıyım mı?"
Diyip izin istedim. Yüzünde korku, endişe vardı. Ona dokunmamdan rahatsız hissedecek gibi hissediyorum. Biliyordu ki kendisi tek başına bunu başaramazdı, eminim ki hemşirelere de aynı tepkiyi göstermişti.
Usulca başını salladığında yaralarını acıtmamaya özen göstererek; bacaklarından ve sırtından kaldırdım. Birkaç saniyeliğine de olsa ellerini omuzuma koymuştu. Onu yatağına bıraktığımda: "Teşekkür ederim." Demişti. Sesi oldukça kısık çıkmıştı. Hastane pikesini beline kadar çekip konuştum:
"Yemek yediniz mi, getirmemi ister misiniz?"
"Yemedim."
"Peki ben hemen size yemek getiriyorum."
Başını salladığında odadan çıkmıştım. Bu saate kadar yemesi onu güçsüz düşürmüştü anlaşılan. Kantine inip bugün çıkan yemeklerden koydum yemek tabletine. Personele teşekkür edip asansöre bindim. Odadan içeri girdiğimde gözlerini kapatmış yatıyordu. Yemeği komodinin üzerine bırakıp yatağın yanındaki sandalyeye oturdum. O sırada gözlerini açmış beni izliyordu. Tableti bacaklarımın üzerine koymuş çorbayı karıştırırken konuştu.
"Kendim yiyebilirim, teşekkür ederim."
"Peki." Diyip kumandayı alıp onu rahat edebileceği bir konuma getirdim. Öksürmeye başladığında ona baktım. Sanırım sırtına vurmak için kaldırsam yine korkacaktı.
"İyi misiniz? Doktoru çağırmamı ister misiniz?"
"İyim iyim, sanırım karbondioksit gazı yüzünden."
Sürahiden su doldurup yanına koydum. Birkaç yudum alıp yemeğini yemeğe başladı.
O yemeğini yerken ben yere bakıyordum ona bakmamdan rahatsız olabilirdi. Kaşık seslerinin arasında telefonumun sesini duyduğumda hemen cebimden çıkartıp açtım. "Geliyorum" diyerek telefonu kapattım. Hoseok bana bakmaya başladığında açıkladım:
"İş yerinden arıyorlar gitmem lazım. Yemeğinizi yiyin ve dinlenin, hoşça kalın."
"Güle güle." Dedi mırıldanarak. Ona gülümseyip odadan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRE|SOPE
Non-FictionLütfen bu kitaba bir şans verin💓 &&& Onu, bacaklarından ve sırtından kaldırmaya çalıştığında ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğunu fark etti. Hemen eğilip ayaklarını çözmeye çalıştı. Düğüm öyle sıkı idi ki açmak çok zordu. Bir de bu duman içerisi...