Odasının her bir köşesini aradım ama hiçbir bir not bırakmamıştı. Onun için yaptıklarımın karşılığını böyle almak beni gerçekten üzmüştü. Her kim ise yine yapardı, yine onu öldürmeye çalışırdı. Zaten kendisi bile kendine zarar verebilirdi. Yaşam ile umudu kesilmişti.
Kulağımdaki kulaklığın birini çıkartım. Cebime koydum, telefonumun sesini biraz açtım. O günden sonra bir daha ormana gitmedim veya gidemedim bilmiyorum. Yürüyüş yapmaya devam ediyordum elbette. Ama başka bir yerden, uzun zamandır kullanmadığım bir yerdi. Sessiz ve sokak lambaları yoktu. Karanlıktan korkmam ben, bu yüzden benim için çok sorun değildi. Esen rüzgar ile başımı kaldırdım. Biraz önümde sokak lambasının altında bir bank olduğunu gördüm ve birisi vardı. Kulağımdaki kulaklığı çıkarttım. Sadece orada sokak lambasının olması garip denilebilirdi aslında.
Bankta oturan kişi elleri ile oynuyor, bacağını sallıyordu. Arada bir elleri ile saçlarını arkaya doğru yatırıyor yine eski pozisyonuna dönüyordu. Birkaç adım attım yüzünü daha net görebilmek için. Ama hem ışığın yardımcı olmaması hem de arkası dönük olması bunu zorlaştırıyordu. Yavaş adımlar ile banka vardım. Arkası dönük olan genç adım seslerimi duymuş olacak ki hızla arkasını döndü. Bu Hoseok değil miydi?
"Hoseok?" Dedim şaşkınlığımın sesime yansıması ile.
Bana bakmaya devam ediyordu, konuşmuyordu. Yanına adımladım bu sefer. Soracağım sorular vardı ama konuşacak hali yok gibiydi. Bankı gösterip,"Oturun lütfen." Dedim. Önce ben, sonra o benden uzak olabilmek için en köşeye sindi. Temas ve yakın olmak bile onun için güzel bir şey değildi bence. Çünkü ne zaman yaklaşsam ona, tedirgin oluyor kendini yapabildiği kadar geriye atıyordu. Gerekli olmadıkça hemşirelerin, doktorların bile kendisine dokunmasını istemiyordu.
Derin bir nefes alıp aklımdaki soruyu sordum:
"Hastaneden neden ayrıldınız? En azından söyleyebilirdiniz."
"İyileştim kendime bakabilirim artık. Orada olmama gerek yoktu."
"Ama ya tekrar size zarar verirlerse?"
"Sorun değil."
Kaşlarım çatılmış bir şekilde ona baktım. Ne demek sorun değildi? Az daha ölüyordu?
"Nasıl?"
"Sorun değil Bay Min."
Derin bir nefes çektim içime sonra bıraktım. Gözlerimi kısarak etrafa baktım:
"Eviniz buraya yakın mı?"
"Hayır, uzak."
Neden bu kadar umursamaz cevaplar veriyordu? Bu sinirlerimi bozuyor.
"Nasıl geldiniz o zaman?"
Sustuğunda ben de sustum. Bunu cevaplamak istemiyordu anlaşılan.
"Size zarar veren kimdi?"
"Abim."
Abisi mi? Bir abi kardeşini öldürmeye çalışıyordu öyle mi?
"Abiniz? Öyle mi? Neden?"
Fazla soru soruyordum sanırım... Bundan rahatsız olabilirdi ne de olsa beni tanımıyordu, benimle bir samimiyeti yoktu. Haddimi aştığımı anlamıştım.
"Ben özür dilerim. Fazla özelinize-"
"Beni sevmiyor, beni öldürüp babamın bütün mirasına kendisi sahip olmak istiyor. Beni hiçbir zaman sevmedi. Benden nefret ediyor."
Sözümü kestiğinde söylemişti her şeyi. Nefret ediyor kardeşinden bir abi... Ben kendimi yine tutamadım ve sordum:
"Babanız nerde?" Kendime ailesi konusunda bir şey sormayacağıma ve onu üzmeyeğime dair söz vermiştim ancak merakım bunun önünde geçiyordu.
"Öldürüldü."
Hayret ile kaşlarım havalandı.
"Ne?"
"Hepsi o hisseleri aldığında gerçekleşti."
Babasının ölümünde fazla detay vermemişti. Ama bu bile çok kötüydü.
"Peki anneniz, o da mı öldü?"
"Hayır ama o da yanımda değil. Annem vardı, bana küçükken bizi terk ettiğini söyledi teyzeler ama değil! Annem bizi terk etmedi gitmek zorunda kaldı. Onu son kez gördüğümde altı yaşımdaydım. Hayal miydi bilmiyorum ama bana isteyerek yapmadığını söylüyordu..." derin bir nefes aldı, sanki daha söyleyecek çok şeyi vardı. Ama o sustu. Sadece bakıyordum ona. Ellerine kaydı gözüm sertçe kaşıyordu.
Eldivenler...
"Bir daha gelir misiniz buraya?"
Bana baktı. "Bilmiyorum."
"Yarın tekrar gelir misiniz?"
Bir şey sormadı tamam dedi ve sustu. Konuşmasını istiyordum çünkü içinde biriktirdiği bir yığın hüzün vardı. Titreyen elleri ile yüzünü sildi. Ağlıyor muydu?
"İyi misiniz?"
Başını salladı sadece. Rüzgar biraz daha şiddetlendiğinde ona baktım. Üzerimdeki cekede rağmen üşüyordum ama o titremiyordu bile.
Yarın tekrar gelirse ona eldivenlerini vermek istiyordum.
"Üşümüyor musunuz üstünüzde hiçbir şey olmadığı halde?"
Yere inik olan bakışlarını gözlerime çıkarmadan başını olumsuz salladı.
"Soğuğa alışığım."
Kaşlarım istemsiz çatıldığında sordum:
"Nasıl yani?"
"Abim beni küçükken hep ceza olsun diye soğuk yerlere kapatırdı oysa ben hiçbir şey yapmazdım. Nedenini sorduğumda yaramazlık yaptığımı söylerdi; soğuğa alışığım, soğuğu hissetmiyorum."
Ağzım açık kalmıştı; bir abi kanından olan birisine karşı bu kadar acımasız olabilir miydi? Hoseok'a baktığımda bunun örneğini görüyordum.
"Bu acımasızca."
"Acımasız olan sadece insanlar değil ki? Hayat da öyle."
Burada kestim, yazacak bir şey bulamadım.
Hoşça kalın, mutlu olmaya çalışın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRE|SOPE
Non-FictionLütfen bu kitaba bir şans verin💓 &&& Onu, bacaklarından ve sırtından kaldırmaya çalıştığında ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğunu fark etti. Hemen eğilip ayaklarını çözmeye çalıştı. Düğüm öyle sıkı idi ki açmak çok zordu. Bir de bu duman içerisi...