İçindeki bir his onu bırakmamasını kendisine söyleyip duruyordu, en sonunda bunu söylediğinde ise Hoseok tarafından kabul edilmemişti. Kendince haklıydı o; tanımadığı, yalnızca birkaç kez gördüğü bir adamın evine asla gitmezdi. Annesi olarak gördüğü kadını da bırakamazdı genç adam. Oldukça yaşlıydı, yüzünde yaşını geçmiş kırışıklıkları, yılların verdiği yorgunlukla çökmüş bedeni, bir koyunun kürkünü andıran saçları ve yaşanılan onca zahmeti görmüş gözleriyle yaşlı kadın tek başına kendisini idare edemezdi.
Küçük ama onlara yeten evleri Hoseok için sahip olabileceği en kıymetli dünya malıydı.
Güneşin yerini terk edip dünyanın bir ucuna kayboluşunun ardından parlak Ay yerini aldığı vakit Hoseok dışarıya çıktı, Annabel ve kendisi için birkaç yiyecek alacaktı. Rüzgâr saçlarını geriye doğru tarayıp yanaklarını kızartıyordu, soğuk ayaz başındaki sargıdan içeriye girip yarasını ağrıtmaya başlamıştı. Eve, sıcak yuvasına döndüğünde annesinden kendisine krem sürmesini rica edecekti, Annabel'in elleri kadar şifalı değildi başka birinin elleri.
Hoseok belki kendisine anlatmak istemiyordu ama içinde bir yerlerde hâlâ ellerine karşı bir nefret besliyordu. Her elleri gözlerinin önüne geldiğinde, aklının bir köşesine düştüğünde ısırılmanın etkisinden iğrenç bir görünüm kaplayan elleri onu bazı şeylerden mahrum bırakıyordu. Şimdi de pek güzel değildi ki, hep yaralı; kanlı ya da kabukluydu. Ellerini bir Tanrı'nın Cezası Adam'ın -kendi kendisine olanlardan bahsederken ona bu ismi takmıştı, onun adı hafızasında yer edinememişti henüz- hediye ettiği eldivenlerle sevmişti, izlemişti. Onları abisi sayesinde kaybettiğinde yeniden eski haline döndü.
Sehun yakalanana kadar,
Ama hayır, Anna bensiz yapamaz.
Bu kadar yeterli,
Hayır, ölmeli.
Susacak mısınız artık?
Çok konuştum.
"Evet, çok konuştun."
Ellerindeki poşete sarıldı son sokak lambasının altından geçip derin karanlığın içerisine girmeden önce. Şimdi sadece ezberlediği yolu takip edecek, hayvanlardan gelen seslere aldırış etmeyecekti. Her toprağa bastığında çakıl taşlarından yükselen sesi dinledi. Bakışları yere eğik yürümeye devam ederken karnındaki baskıyla yüzü ekşi bir şey yiyormuş gibi bir hal aldı. İki günün dolmasına saatler kalmıştı ve canı hâlâ yanıyordu vücuduna aldığı sert darbeler yüzünden. İki gün olacaktı ve Hoseok bu iki gün içerisinde sekiz kere duş aldı, hiçbir zaman kendisini temiz hissedemedi.
Görüş alanına dolan evin açık lambasından pencerenin ardındaki sokağa taşmış ışıkla adımlarını sıklaştırıp o sırada cebine attığı anahtarı aradı. Parmak uçlarına değen metalden parmağını geçirip evin küçük deliğine tuttu. İçeriye girdiği anda iliklerine kadar hissettiği sıcaklık yüzünde mahçup bir gülümsemeye yol açtı. Ayakkabılarını özenle çıkartıp dolaba yerleştirdi. Mutfağa girdiğinde poşeti tezgahın üzerine sonra yerleştirmek adına bırakıp kapısı aralık odaya ilerledi. İçeriye doğru sakince adımlayıp yatakta güçsüzce yatan kadına ses etmeden yürüdü.
Odada yorgun gözlerini yormaması için küçük bir gece lambası açıktı sadece, loş oda en sevdiği insanla beraber ona öldükten sonraki huzur gibi geliyordu.
Gözleri kapanmakta olan kadının elini usulca kavradı ve avuç içine nazikçe koydu, Hoseok bir Anna'nın kendisine dokunmasına izin veriyordu. Ona güveniyordu yalnızca, bir tek Anna ona artniyetle yaklaşmaz, canını acıtmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRE|SOPE
Non-FictionLütfen bu kitaba bir şans verin💓 &&& Onu, bacaklarından ve sırtından kaldırmaya çalıştığında ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğunu fark etti. Hemen eğilip ayaklarını çözmeye çalıştı. Düğüm öyle sıkı idi ki açmak çok zordu. Bir de bu duman içerisi...