Bacağını dizinin üzerine atarak karşısındaki adamı dinlemeyi sürdürdü:
"Sizin gittiğiniz yerdeymiş patron. Biraz daha gitseymişsiniz bulurmuşsunuz. Gidelim getirelim mi?"
Elindeki sigarayı dudaklarına yaklaştırıp ciğerlerine çekti, gri duman ağzından ayrılıp odaya yayıldı. Beyaz kısmını dudağında gezdirdi. "Hayır," masasının üzerindeki göğsü açılmış kapatmaya çalışan, kahvenin tonundaki biblodan gözlerini çekip keskin bakışlarını adamına iletti.
"Her ne oluyorsa orospu çocuğu dört ayağının üzerine düşüyor. Bu sefer kendisi bize gelecek. Ayaklarıyla, tıpış tıpış."
"O nasıl olacak patron?"
Adamlarından diğeri, daha uzun, kuvvetli, uzun saçlı, konuştuğunda patronları ona döndü bu sefer. Dudaklarındaki sırıtış genişlemişti.
"Bu dünyada en kıymet verdiğin kişi kim, Hyunjin?"
Adam aldığı soruyla aklından geçen isimleri bozulan kaşları ile düşündü.
"Ben, şey... Sanırım babam."
Yaşamını babasına adayan Hyunjin onu düşündüğünde göğsünde bir hareketlilik hissetmişti. Bu pis işlerde bile sırf babası bir zorluk, geçim sıkıntısı yaşamasın diye çalışıyordu.
"Eve geliyorsun ve bir bakıyorsun ki baban evde değil. Ne olursa olsun onu bulmak için her şeyi yapar mısın?"
"Düşünmeden hem de."
Aldığı cevap alayla gülmesine sebep oldu. İnsanoğlunun kendisi gibi bir çuval ete bu kadar bağlanması fazlasıyla komiğine giderdi.
"Küçük Hoseok'umuz da öyle."
___
Annabel oğlunun yardımı ile duş almıştı. Küçükken olduğu gibiydi aynı: küçük Hoseok'u yıkayan Anna'yı şimdi Hoseok yıkıyordu. Tam tersine dönmüş döngü yalnız bununla sınırlı değildi; küçükken Annabel Hoseok'un sevmediği yemeği yaptığında ona, ekmeği suyuna batırmasını söylerdi ve şimdi ise Hoseok Anna'nın dişleri eski sağlığında olmadığı için -kendisi için sert olan hiçbir şeyi ağzına süremiyordu, bu yüzden çok kilo vermişti- ona yemeğin suyuna batırması gerektiğini söylerdi. Henüz çocukken o, Annabel'in dizine başını koyar onun saçlarını, tenini sevmesine izin verirdi bu zamana baktığında annesine bunu yaptığını görüyordu. Tüm hepsi gerçekleştiğinde Hoseok eskiyi hatırlar, güzel anları tekrar hatrına getirip, içinde kıpır kıpır oynayan hisse kapılıp mutlu oluyordu.
Şimdi ise küçük oğlu dökülmekte olan, seyrek, beyaz saçlarını ince bir tarak yardımıyla taramaktaydı. Her diş tenine değerek aşağı doğru etini okşadığında yaşlı kadın gözlerinin yanındaki kırışıklıklarla gözünü kapatıyor, Hoseok'un her tarayıştan sonra elini saçlarından geçirmesi ile huzurun en dibine vuruyordu.
Hoseok ondan farksız değildi, annesi olarak benimsediği kadının saçlarından burnuna yükselen kokusunu her nefes alışında ciğerlerine çekiyordu. Hoseok da ondan önce duşa girmişti. Onun ıslak saçları Annabel tarafından kurutulmuştu.
Hoseok kısa saçlarının ucunu taradığı vakit Annabel'den ses yükseldi: "Yeterince taradın oğlum, bağlayalım artık." Onay dolu küçük bir ses çıkardı. Tarağı komodinin üzerine bıraktığı sıra sırtındaki havluyu eline aldı, Annabel saçlarını bağlarken o dışarı çıkıp yeşil ipin üzerine ıslak havluyu serdi. Yeniden içeri girdiğinde Anna'nın sırtını yumuşak yastığa yasladığını gördü. Kadın kolunu kaldırıp ona gelmesi için bir işaret verdi. Hoseok yüzündeki tatlı tebessümle annesine doğru ilerledi. Yana kayan kadının sırtını yasladığı yastığa kendisi de sırtını yasladı. Kolu Hoseok'un omuzlarını sarmıştı, başını omzuna yasladığı zaman havaya karışan Hoseok'un güzel kokusu doldurdu burnunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRE|SOPE
Non-FictionLütfen bu kitaba bir şans verin💓 &&& Onu, bacaklarından ve sırtından kaldırmaya çalıştığında ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğunu fark etti. Hemen eğilip ayaklarını çözmeye çalıştı. Düğüm öyle sıkı idi ki açmak çok zordu. Bir de bu duman içerisi...