Virüs bilinçli olarak mı yayılmıştı?
Bu günlerde insanların aklında sadece bu soru vardı. Pardon hayatta kalanların. Yaşayan kaldıysa... birçok insan sığınaklara akın etmişti. Yaşama umuduyla gittikleri sığınakların kapısında yakalamıştı onları şeytan.
Peki neden? Ne onları oraya sürüklemişti?
Herkes günü geldiğinde öleceğini bilirdi, fakat kimse böyle bir son istemezdi. Birçok dizi veya filmi çekilmişti. Kim bilebilirdi gerçek olacağını... Bunun gerçek olacağını düşünenler elbette vardı. İnsanlık artık değişmişti. Bu yeni yaşamdı. İnsanlar nasıl paranın kokusuna geliyorsa, onlarda senin taze kanının kokusuna geliyordu. Tüm vücudunu kısa sürede yiyip bitiriyorlardı. Ses... şşş! ses onları çeker.
Son günlerde aklımdaki tek soru kendi mi nasıl öldürsem idi. Elimdeki tek mermili silahla mı? Tavana astığım iple mi? Yoksa lavabomun yanına koyduğum neşterle mi? Bana deli, diyor olabilirsiniz. Zaten öyleyim. 'Bir deli hastaneye kapatılmadığı müddetçe tehlikelidir,' buraya gelen ambulansa bindirilmeden önce babamdan son duyduğum cümle buydu. Gülümsedim. Şimdi onlar neredeydi acaba? Dönüşmüşler midir? Bana karşı besledikleri, "Kin" zehrinin kurbanı oldular.
Bu gün günlerden ne gün bilmem. Yemekhane bana kaldığına göre kendi damak zevkime uygun bir şeyler yapabilirim.
Kaldığım odamdan çıkarak yemekhaneye doğru yürümeye başladım. Her bir noktasını ezbere bildiğim koridordan geçerken yine buradaki eski insanları düşündüm. Yaşarlarken pek muhabbetimiz yoktu ama yine de burası boşken daha bir ürkünçtü. Bazen ruhlarının hayla burada olduğunu düşünerek onlarla sohbet ederim. Cevap alamasam da onar beni dinliyorlar, buna eminim. Dışarıdaki cehennemle değil de askerlerin kurşunlarıyla ölmeleri daha iyiydi. Çünkü bir çoğu dışarıdakilerin ne olduğunu anlayamayacak kadar ağır hastaydı.
Size burayı tanıtmadım: Burası Ruh ve Akıl sağlığı hastanesi. Yani birçok kişinin tabiriyle 'deli' hastanesi. Durdum. Biz hasta değildik, biz toplum tarafından farklılıklarımız var diye ayrıştırılmıştık.
düşüncelerden sıyrılarak yürümeye devam ettim. Ve karanlık koridoru geçerek yemekhaneye geldim. Kapının yanına koyduğum mumu aldım ve elimdeki kırmızı çakmakla yaktım. Küçük turuncu alev yolumu aydınlattı. Gece olmasına bir saat kalmıştı. Gök yüzü ölü ruhların gözyaşlarını damlalar halinde yerle buluşturuyordu.
Ölen bir hizmetlinin cebinden bir müzik çalar bulmuştum. İçindeki müziklerden bir tanesi çok ilgimi çekmişti: Manga - Dünyanın Sonun Doğmuşum. Yıllarca burada kalmıştım. Ve şimdi, özgürlüğe kavuşmuşken dışarısı cehennemden daha kötü bir hal almıştı. yine aynı yerde, yine yalnız yemek yiyecektim. Benim cezam buydu.
⛓️
Benim dünyaya gelme amacım neydi? Bu soruya hiçbir zaman bir yanıt bulamadım. Sahiden artık neden direniyorum? Her şeyi bitirmek için güzel ve yağmurlu bir gün.
Küçük odamda yatağımdan kalktım. Soğuk betonla temas eden çıplak ayaklarım bir kez daha yaşadığımı hatırlattı. Odanın küçük camına doğru gittim. Yağmur sağanağı bırakmış çiseliyordu. Kendi ellerimle kapattığım sokak kapısının ardında yüzlerce ölü avını bulana kadar uyku halindeydi. Bu yaratıklar tarafından yüzlerce parçaya bölünerek dönüşmektense kendimi öldürmeyi tercih ediyorum.
Ve bu gün...
Bu gün, tüm bu yalnızlık işkencesinden kurtulacağım. Bulutlar yüzünden hava oldukça karanlık görünüyordu. Yalnızlığa ne kadar alışmışsam, yağmur ve gök gürültüsünden de bi o kadar alışamamışımdır. Her gök gürültüsünde ruhumdan bir parça teslim ederim. Camın önündeki bitmeye yüz tutmuş mumu son kez yaktım. Sonra hemen yanındaki silahı aldım. İçinde tek bir mermi vardı. O'da benim için. Soğuk namlu şimdi anlımda. Yandan girecek olan mermi beynimi parçalayacaktı ve saniye bile geçmeden ölecektim. "Bu ailem için yaptığım ilk iyiliğim olacak." dedim, sessizlikten boğuklaşmış sesimle. parmağım şimdi ateş etmek için hazır. Bir, iki, üç...
Tek kurşun, tek nefes, iki ses.
Elimdeki silah yere düşerken duvarın arkasına geçtim. Ben hayla hayattaydım. Lanet olsun hayattaydım. Yere düşen cam kırıkları ayaklarımın altına kadar gelmişti. Duvarda ise bir kurşun deliği vardı. Yavaşça ayağa kalkıp camdan karşıdaki binaya baktım. Orada biri vardı.
"Lütfen... Aşağıya iniyoruz kapıyı aç." Diye bağırdı gür bir erkek sesi. Yaşayan, yaşayan biri vardı. Hatta iniyoruz, dedi. Yaşayanlar var. Benden başkalarında var. İniyoruz, iniyoruz... Sokak kapısı, orayı açmam gerekiyor.
Cam kırıklarını umursamadan koşmaya başladım. Odadan hızla çıkarken ayağım kaydı ve yere düştüm. Acı içinde burkulan ayak bileğimi tuttum. "Acıya alışkınım." Duvardan destek alarak ayağa kalktım. Koşmak istiyordum ama burkulan ayağım buna engel oluyordu.
Yine de hızımı artırarak yürümeye devam ettim. Merdivenlerin kenarlarındaki demirler üzerinden kaymak için harika duruyordu. Üç katıda öyle indikten sonra ayağımın acısı biraz olsun geçmişti. Yürümeye devam ettim ve binanın kapısından çıkarak sokak kapısına doğru hızla koşmaya başladım.
"Lütfen," Diye feryat etti bir kadın. Kapıyı açtığımda içeri doğru yüz üstü düştü. Ben sokağa bakarken onlar yere düşen arkadaşlarını kaldırarak içeri girdiler. Arkalarından kapıyı hızla kapattım. Kapı kolayca açılabilirdi ve şuanda buraya yöneldiklerini biliyordum. Daha önce hiç dışarı çıkmadığım için sokak kapısına bir engel koymamıştım.
"Koşun!" Diye bağırdım içeri işaret ederek. Önce anlamadılar ama kapı zombiler tarafından açılınca hepsi koşmaya başladı. Kapıya ulaştığım da onları bekledim. Neyse ki buranın kilitleri vardı ve kapıda cam yoktu.
İçeri girdiklerinde bir kez daha kapıyı arkalarından kapadım. Sırtımı kapıya yasayarak yere oturdum. Nefesimi düzene sokmaya çalışmak için bekledim. Daha sonra kanayan ve acıyan ayak bileğimi hatırladım.
"Bir saniye bakayım." Diyerek yakınlaştı kadın.
"Hayır!" Dedim.
"Kırılmış olabilir."
"Uzaklaş." Arkamdaki kapıyı zorluyorlardı. Bir bir yüzlerine baktım. İki erkek ve bir kadındı. Görünürde ısırılma gibi bir yaraları yoktu.
"Teşekkürler." Dedi adamlardan biri. Üzerinde askeri kıyafetler vardı.
okyanusu anımsatan mavi gözleri bendeydi. İri yapılı bir adamdı. Sanırım beni bir yumruğuyla öldürebilirdi.Ayağımda ki acı daha da ağırlaşmıştı. Yüzümde acı bir ifade vardı. Kırılmış veya çatlamış olabilirdi gerçekten. Yutkundum." Tehlike geçtikten sonra gidebilirsiniz."
"İntihar ediyordun." Dedi mavi gözlü olan. Evet, ediyordum. Kimin umurunda ki? "Bence kalan tüm insanların birlik olması gerekiyor." Dedi.
"Şehirde ne arıyordunuz?" Diye sordum onun cümlelerini takmadan.
"Kampımız için erzak ve ilaç arıyorduk. Ama her yerdeler."
"Zemin kattaki odada bir sürü ilaç var. Yemekhanenin kilerinde ki erzakları da alabilirsiniz. Tamamını." Birbirlerine baktılar. Beni anlamadılar. "Yalnız bana bir mermi borcunuz var." Ateş ettiklerinde benim silahımda elimden düşmüştü ve içindeki tek mermi boşa heba olmuştu.
"Burada tek misin?"
"Evet."
"Bizimle gelebilirsin. Güvenli bir yerdeyiz." Başım dönüyordu ve gözlerim gitgide kapanıyordu. Başımı olumsuzca salladım. Buradan çıkışım yoktu. Yıllardır buradaydım ve burada öleceğim.
"O yaratıklardan olmak istemiyorum."
Ayağa kalktı ve bana doğru gelmeye başladı. Bende kalktım ve karşısında durdum. "Yaklaşma." Durdu. Mavi gözleri yeniden cılız bedenimi inceledi."Bak ben bitirmek istiyorum. Hiç gücüm yok!" Ne dövüşmeyi bilirim, ne silah kullanmayı... Burası olmasaydı çoktan ölmüştüm zaten. Başım daha da fazla dönüyordu. Gözlerim kayıyordu.
"Yaşaman gerekiyor..." Ona karşılık veremeden ben yere serildim. Şimdi her şey karanlıktı. Yeni bir cehenneme uyanmadan önce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeni Yaşam
Science FictionYeni Yaşam da insanlar yoktu. İnsanlara yer yoktu. Ölümden sonraki yaşam vardı. Hayatına son vermek isteyen bir kızın hayatına bir anda giren adam ve sonrasında olanlar. Ölüm insanlardan daha yakın iken duygulara yer varmıydı ki?