Bodrum

14 3 11
                                    

"Vay anasını, burası berbat görünüyor." Araf'a katılarak mahfolmuş köprüde geçebileceğimiz bir yol aradım. Yolda anlattığına göre üç köprüde füzeler ile yok edilmişti. Sadece Fatih Mehmet köprüsünün yarısı ayakta kalabilmişti. Derinliği belli olmayan bir yarığın üzerinde ip ile yürümek gibi olacaktı bu.

"Köprüde hayla ölüler var mı?"

"Olmadıkları yer var mı Saye?" Doğru söylüyordu, ölülerin olmadığı yer yoktu. Dürbünü alıp arabanın üzerine çıktım. Hareket eden bir sürü varsa görmek zorundaydım. Dürbünü kendime göre ayarlayıp iyice aradım köprüyü. "Var mı görünürde?"

"Görünürde tek tük var ama yönleri bu tarafa doğru. Muhtemelen aracın sesini duydular." Beş gün o toplulukta kalıp iki gün önce Araf ile hazırlanıp yola çıkmıştık. Onu ilk başa istemedim ama yanımda birinin olması beni biraz olsun rahatlatıyordu. "Arabayı buradan ileriye götüremeyiz." Kalan araba enkazları yolu kapatıyordu.

"O zaman sırt çantalarını alıp gidelim buradan." Fazlalık olmasın diye gereken tüm malzemeleri iki çantaya sığdırmıştık. Ben arabanın üzerinden inerken o çantaları çoktan alıp birini bana uzatmıştı. Çantayı sırtıma asıp Araf'ın arkasından yürümeye koyuldum. "Demek hayla yaşayan bir devlet var." Kaşlarımı çattım.

"Kıyamet bile kopsa insanlar yaşmak için çabalıyorlar."

"Çünkü insan oğlu ölümü kabullenemez, çünkü sonrasında ne olacağı kesin değildir. Beynimiz ölümü tanımlayamadığı için kaçma sinyallerini verir. Ve bir çok insan yaptığı panikten dolayı ölür." Her söylediğime de bilmiş bilmiş konuşmasına da ayar oluyorum. Hep ben bilirim havalarında hareket ediyor.

"Hı hı." Diyerek geçiştirdim. Dönüp kısa bir süre arkasına bakarak beni süzdü. Sonra önüne dönüp yürümeye devam etti. Arkasından göz devirerek arasından geçtiğim arabalara baktım. İçlerinde iskelet halinde kalmış ölüler vardı. Uçuşan sineklerden kaçınmalıydım. Çantadan zor zor bulduğum sinek ilacını çıkarım açıkta kalan her yerme güzelce sıktım. Araf durup bana döndü ve ne yaptığımı çözmeye çalıştı.

Ne var, der gibi yüzüne baktım. Sinekler ölülerin üzerinde geziniyordu. Yani onlar içlerinde virüsü taşıyordu. Ufak ayrıntılar gözden kaçırılmamalı. "Umarın virüsü içinde taşıyanlardan biri seni ısırır da kurtulurum senden." Üzerime doğru geldiğinde elimdeki ilacı almak istediğini anladım. Aralardan koşarak kaçtım ve Araf'ın arkasına geçtim.

"Yakalarsan alırsın." Diyerek hızlı adımlarla yürüdüm. Ses yaptığımızdan araçların içinde sıkışmış olan ölüler cama vurarak çıkmaya çalışıyordu. Bir yanım onlara acıyor olsa da artık insan değillerdi. Ve geri dönüşlerde yoktu. Tamamen öldükten sonra geri dönüş yoktu.

Araf'la biraz daha dalga geçmek istiyordum. Ona doğru döndüm ama geri geri yürümeye devam ediyordum. "E, herkese rest çeken gücün bu kadar mı Araf?" Arabaların içini dikkatle süzüyordu.

"Burası çok sakin." Dedi şüpheyle. E daha ne olmasını istiyordu ki? Ne güzel hiç bir şeyle uğraşmadan geçecektik köprüden. Durup bir arabanın içini karıştırmaya başladığında bende durdum. Beklemekten sıkılacağım için onun yaptığı gibi arabaların içini karıştırmaya başladım.

Yanında durduğum arabanın kapağını açıp dışarı çıkmaya çalışan zombiyi bıçakla hallettim. Orta boylarda, sarı saçlı bir kadındı. Sürükleyerek dışarı çıkardım ve torpido gözünü karıştırmaya başladım. İçinde işe yarar hiç bir şey yoktu. "Muhtemelen daha önceden karıştırılmış olmalı." Sesi ile ürküp eline aldığım şeyleri düşürdüm. Tabi ona dönmedim.

Yeni YaşamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin