Heyecanla son on dakikadır olduğu gibi salonda ileri geri yürürken kendi kendime mırıldandım. "Sakin ol Jisung, altı üstü konuşacağız." Adımlarım duraksarken ofladım. "Ne diyecek ki şimdi?"
Gerginliğimi adımlarımdan çıkartmak istercesine yeri döve döve yürürken düşünmeye devam ettim. Aklıma gelen şeyler fazla uçuk kaçıktı. Kafamda hiçbir şey oturmuyordu ve bana vereceği cevaba bağlı zamana ihtiyacım olacaktı oturtmak için. Bir adım daha attığım sırada çalan zilin sesiyle irkildim, havada kalan adımımı yönümü çevirerek koridora doğru atarken boy aynamdan kendimi kontrol ettim. Geçen seferin aksine giyiniktim. Üstümde lacivert, düz ve saten bir pijama takımı vardı. Açık kahve saçlarımı elimle hafifçe dağıttıktan sonra fena görünmediğime emin olarak kapıya doğru ilerledim.
Kapının kilidini çevirip refleks olarak anahtarı elime alıp açtığımda Minho "Sonunda..." diye söylenmişti.
Bakışlarım onu baştan aşağı tararken her seferinde nasıl bu kadar çekici olduğunu sorguluyordum. Üstünde siyah bir deri ceket ve altında da uyluklarını tamamıyla saran kot bir pantolon vardı. Siyah postallarına kadar süzdükten sonra hızla bakışlarımı yüzüne geri çıkarttım. Onu süzdüğümü fark etmesinden korkmuştum ancak onun bakışları da benim üzerimde olduğu için fark etmemişti.
"Pijamaların da desenli olur diye beklemiştim, saten şaşırttı."
Kurduğu cümleyle gözlerimi devirdim. "Beğenemedin mi?"
Dilini damağına vurarak hayır anlamında bir ses çıkarttı. "Beğendim."
Dudaklarımı hiç çekinmeden söylediği iltifatıyla birbirine bastırırken hafifçe geriye çekildim ve beyaz daire kapıma yaslanırken içeriyi işaret ettim elimle.
"Geçmeyecek misin?"
Kapının kulbundan tutarak kapıyla beraber ona yaslanan beni de kendine doğru çektiğinde yutkundum. Kapı kapanmadan biraz önce durdursa da dibine kadar gelmiştim bu hareketiyle. Kafasını iki yana sallamasıyla kaşlarım çatıldı.
"Gitmem gereken bir yer var, belki sonra."
Nereye gitmesi gerektiğini deli gibi merak etsem de soramadım ve kafamı hafifçe onaylar anlamda salladım. Bu kadar yakınında olmak düşünce fonksiyonlarımı durduruyordu.
"Anladım..." Mırıldandığımda çaktırmamaya çalışsam da bozulduğumu anlamak zor değildi. O da fark etmiş gibi sırıttığında buraya neden geldiğini unutmuştum. Çat kapı geleceğini söyleyerek beni heyecanlandırmıştı ancak şimdi başka bir yere gidecekken yol üzeri diye bana uğradığını düşünüyordum.
Elimdeki anahtarla oynarken saçlarımı karıştırmasıyla sinirli bakışlarımı alttan ona gönderdim. Bakışlarımdan etkilenmiş gibi sahtece "Tamam, sakin ol sincap." diyerek ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdığında omuz silktim.
"Dağıtma saçımı." Saçlarımla uğraşması değildi sorun, zaten tanrı şahit bana her dokunduğunda kurdum adeta içimi titretiyordu. Sorunun ne olduğunu bilmiyordum, gitmesi gereken yeri merak etmemdi sanırım.
Azarımla sırıtarak dağıttığı saçımı elleriyle düzeltmeye başladığında hızlanan kalp atışlarım tripli tarafıma ihanet etmişti. İki eli de saçlarımı düzeltirken tek dayanağım arkamdaki kapıydı. O hayatındaki en önemli şey buymuşçasına odaklanmış bir şekilde önüme düşen tellerden birini kulağımın arkasına doğru sıkıştırırken ben alttan onu izliyordum. Gözlerim sivri çene hatlarında, güzel dudaklarında ve aralık olan dudakları arasından görünen dişlerine kaydı önce, ardından damarları belli olan boynuna kayan bakışlarımla yutkundum. Dudaklarım orada dolaşırken bilinçsiz olmam çok acıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
soulmate | minsung ✓
FanfictionJisung sevdiği çocuğa açılmak için harekete geçtiğinde yaptığı bir hatayla nefret ettiği Minho'yla ruh eşi olduğu ortaya çıkar. ✓[omegaverse au] ✓texting+düzyazı ✓hyunlix, chanmin, jeongbin ✓tamamlandı