[6]

1.3K 179 58
                                    


sıkıntıdan yazip atiyoeum ya yorum yapin bari


ellerimi ceketimin cebine koyup ayaklarımı karşımdaki sehpaya uzattım. minho'nun beni atölye diye getirdiği yeri süzdüm. atölyeden çok çöplüğe benziyordu. bu beni güldürürken kendi kendime omuz silktim. sanatçıların bazılarının böyle tipler olduğunu biliyordum. ben dağınıklıkta odaklanamazdım bile.

fakat içimden bir ses burada her şeye odaklanacağımı söylüyordu.

minho beni davet etmesine rağmen atölyenin anahtarını yan tarafaki dövmeciden almamı ve onu beklemeden içeri geçmemi söylemişti. bu hiç de hoş bir karşılama değildi ama pek de sorun değildi.

yeni yeni bana alışmaya çalışıyorken zorlamayacaktım.

bazı kırık dökük sehpaların üzerinde, en az minho'nun zihni kadar karanlık eserler görebiliyordum. bir edebiyatçının gözünden tasvir edildiğinde inanılmaz bir portre çıkıyordu ondan. gözlerim kanatlarından bir tanesi olmayan bir meleğe takıldığında oturduğum yerden kalktım. üstümdeki ceketi çıkarıp koltuğa bıraktım ve heykele doğru yürüdüm.

kırılmamıştı, bizzat tek kanatlı yapılmıştı melek. benim gözümden bakıldığında çıkan sonuç karanlıktı. cennete ulaşmayı bekleyen ama cehennem ateşinden yanan bir melekti sanki.

minho'nun yaparken ki düşüncesiyle meraklandım. meraklanmak beni heyecanlandırırken etrafımda döndüm.

sarı loş ışığın odayı aydınlatması ve beyaz bir ışığın sadece masaya vurması burasının bir sanatçıya ait olduğunu yeterince belli ediyordu.

kapı açıldığında gözlerim kapıya döndü. elindeki ceketi ve kaskı bir tarafa atarken gözleri üzerime, bana doğru yürüdü.

"hoş geldin!" dedim.

"bunu benim sana söylemem lazım." dedi.

ellerimi arkamda birleştirip küçük adımlarla ona yakın olan koltuğa ilerledim. omuz silkerek "ama ben söyledim, gelen sensin." dedim.

bir süre anlam veremediğim duygularla yüzüme baktı. iyi şeyler düşünmediğini anlasam bile gülümsedim. "hadi başlayalım. sanatçı lee minho nasılmış görmek istiyorum."

"seni tatmin edecek pek bir şey yok elimizde." dedi alayla.

"hadi ya," eğildim ve çenemi koltuğun kenarına yasladım. "benim aklıma çok başka bir konsept gelmişti oysa."

sırıtarak beyaz ışığın aydınlattığı masaya ulaştı. "kim sana saf diyor?"

çenemi yasladığım yerden çektim ve koltuktan kalkıp ortada duran masaya ilerledim. "genelde etrafımdaki herkes." parmaklarımı birkaç alette gezdirdim. "saf ve temiz olduğumu söylerler." gözlerim ona çevirildi ve gülümsedim. "istersen sen deme, bir ilk olursun."

zaten beni saf ve temiz olarak görsün istemiyordum.

bir süre bakıştığımızda yorulmuş olmalı ki yerdeki kile eğildi.

işine başladığını görünce yan tarafa bıraktığım sırt çantamı açtım ve içinden kompozisyonu çıkardım.

heykelleri yıldız ağırlıklı olsun istiyordum. artemis ve orion'a yakışsın istiyordum.

kompozisyonu sessizce minho'nun önüne koydum ve çaprazındaki sandalyeye oturdum. başımı masaya yaslayıp onu izledim. önündeki kompozisyona uzandı ve dikkatini vererek okudu. birkaç dakika süren okuma işi bittiğinde gözlerime değdi gözleri. yazdıklarımdan etkilenmiş olduğunu düşündüm. gözleri yoğun bakıyordu.

"etrafı dağıtıyorum." dedi gözlerini çekerken. "sorun değil," dedim. heykeltıraşlık hakkında hiçbir şey bilmediğimden sessizce onu izledim. işini dikkatle yapıyordu, oldukça fazla odaklanmıştı. tüm ilgisi kopmuştu sanki.

bir süre böyle sakince geçerken ellerini yanda duran kovadaki suya soktu temizlemek için. ıslak ellerini tişörtüne sürdü ve kenarından tutarak tek elle çıkardı üstündeki tişörtü. bu beklenmedik olduğundan dudaklarımı birbirine bastırdım. istemeden gözlerim göğsüne kaydı. yapılı bir vücudu olduğu zaten belli oluyordu fakat şimdi yeterince gözler önündeydi. gözlerim göğsünden karnına doğru kaydığında siyah, karnının bir kısmından başlayıp kasıklarına doğru ilerleyen bir dövme olduğunu gördüm. eğilip durduğundan tam olarak dövmeyi seçemesem de içim merakla dolmuştu.

aramızdaki ilişkinin henüz ilerlemediğinin yeterince farkında olarak yerime sindim. merakımı gidermeyecektim.

"okulun atölyesi de güzel, orayı gezmiştim. neden burada yapıyorsun?"

"insanlarla uğraşmak istemiyorum, odaklanamıyorum."

"sesten hoşlanmıyorsun, ne yazık." iç çektim. "ben oldukça sesliyimdir."

"sesten hoşlanmamak gibi bir lüksüm yok. motor yarışlarında ömür çürütüyorum."

kıkırmadım. "bu sana katlanabilirim demek miydi?"

"böyle mi anlamak istiyorsun."

"cevabım cevabını değiştirecek mi?"

"bu yüzden soruyorum zaten."

gözlerim vücuduna bulaşmış killerde dolaştı. "o zaman sessiz kalacağım." gözlerim yavaşça yukarı çıkıp yüzüne ulaştı.

çatık kaşları ve sert bir suratı vardı. kaşındaki piercing ona gerçek bir serseri havası katıyordu. kolunda anlamları olduğu belli olan dövmeleri daha sert bir görünüm sağlıyordu.

"karanlığın içinde parlayan yıldız olmak," diye sessizce söylendiğinde heyecanlanıp yerimde kıpırdandım. bu kompozisyonumdaki bir sözdü. hatırlayacak kadar beğenmesi hoşuna gitmişti.

"karanlığın ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu.

"etrafımı aydınlattığım sürece sorun yok."

karanlığı onunla tasvir ettiğimi anlamış olmalıydı.

"sevdin mi?" diye sordum.

"beni gördüğün çerçeveyi mi?"

utanarak başımı kollarımın arasına gömdüm. küçük aralıklardan ona bakarken onun da bana baktığını gördüm. dudaklarımı dişleyip gözlerimi yumdum ve ona arkamı döndüm.

"sıkıldın mı?"

ses çıkarmadan olduğum yerde kaldım.

derin bir nefes aldı. sandalyesinin itilme sesi kulaklarıma ulaştı. ona dönmek istesem de bunu yapmadım. "hazırlan, seni bir yere götüreceğim." sonrasında çıplak ayak sesleri yanımda uzaklaştı.

gözlerimi açtım ve başımı kaldırdım.

tam baş ucumda henüz kurumamış bir yıldız gördüm.


of umarim batirmiyorumdur neys

biraz aralarindaki iliski pekissinnn

meet me at midnight, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin