[13]

1.2K 165 100
                                    





kapım hızlı bir şekilde çalmadan açıldığında gelenin jisung olduğunu düşünüp arkamı döndüm. elinde tabakla içeri gelen chan'ı görünce omuzlarımı düşürerek tekrar döndüm önüme.

"başkasını mı bekliyordun ne bu surat?" dedi yanıma ulaştığında. tabağı masaya bıraktı. gülmek istesem de moralim bozuk olduğundan bana hazırladığı meyve tabağına gülemedim. babam gibi başımı okşayıp öpmesi eksik kalmıştı. alttaki taburelerden birini çekip yanıma oturdu. "nasıl oldun?" diye sordu. alaylı tavırlarını bir kenara bırakmıştı. tebessüm ettim. "iyiyim ki." dedim.

başını yana yatırdı ve kısık gözlerle baktı bana. "beni kandıramayacağını biliyorsun değil mi?" başımı salladım usulca. liseden beri en yakın arkadaşımdı, nasıl kandırabilirdim ki?

"kırıldım chan." dedim.

iç çekti. "kırılacağını söylemişti."

"yine de onu merak ediyorum."

"aşık oluyorsun?"

"böyle bir şey mi?" ona döndüm tamamen. "gerçekten aşk böyle bir şey mi chan?"

başını salladı. "seni kırar, üzer. kalbini öyle acıtır ki bazen nefes alamazsın. ama onu düşünmekten alıkoyamazsın kendini, meraklanırsın, yanına gitmek istersin."

"sen de jisung'ı böyle mi seviyorsun."

"böyle seviyorum." sesinde gerçekten kırgınlık vardı.

chan ve jisung on altı yaşında tanışmışlardı. henüz ikisi de küçükmüş. chan uzun süredir ondan hoşlanıyordu, bildiğim kadarıyla yakınlaşmalar da oluyordu ama aralarında bir şey olduklarını da hiçbir zaman kabul etmiyorlardı. bunun nedenini bilmiyordum.

çünkü bana göre jisung da en az chan kadar ondan hoşlanıyordu.

markete gittiğimizde hep chan'ın sevdiği şeyleri alırdı. söylediğine göre chan'ın sevdiği şeyleri benimsemiş ve onun da sevdiği şeyler olmuştu. vücuduna dövme yapacağı zaman chan'a fikrini sorardı. bir yerlere gidilecekse ilk chan'a teklif ederdi. onunla uyurdu, onunla sabahlardı.

sadece cinsel çekim olduğunu hiçbir zaman düşünmemiştim.

chan'a yaklaştım ve kollarımı boynuna sardım. "üzülme lütfen, ben de üzgünüm zaten. ikimiz için de ağlayayım mı? ister misin?"

chan güldü ve "bu soruyu ciddi ciddi sorman öyle komik ki."

surat astığımda omzuna vurdum. geri çekilip göz göze gelmemizi sağladım. "neresi komik? sen kolay ağlayan biri değilsin, senin için ağlamak istiyorum işte."

"bence sen kendi haline ağla." dedi alnıma bir fiske vururken. "ah," diyerek elimi alnımın üstüne koydum. omuzlarım düştü. "gerçekten, yüzüme bile bakmadan gitti."

"yazdın mı?"

başımı iki yana salladım. "rahatsız edeceğimi düşündüm."

"gerçekten," dedi iç çekerken. "nasıl böyle mükemmel bir kalple büyüdün?"

"etrafımdaki herkes çok iyiydi."

gülümsedi ve bana doğru yaklaştı. kollarını bana sardı ben de hemen karşılık verdim.

"eğer minho'ya yazmak istiyorsan yaz."

"ama bu aptallık olmaz mı? kızmaz mısınız? jisung kesinlikle çok kızar chan."

"jisung'ın değil senin ne istediğin önemli hyunjin. lütfen arada kendini de düşün." diye azarlandığımda omuzlarımı düşürdüm ve mırıldanarak onayladım onu. "düşüneceğim chan, teşekkür ederim. seni çok ama çok seviyorum."

"ben de seni seviyorum."

iki duygusal ve her şeye anlam yükleyen koca adamlar olduğumuzdan ağlamaya başlamamız gibi bir ihtimal olduğundan chan geri çekildi ve ayağa kalktı. "şimdi gidiyorum sen de iyice düşün."

surat asarak "peki." dedim. gözleri hala üzerimdeyken arkasına baka baka çıktı odadan. odada yalnız kaldığımda etrafıma baktım. yatağın üstünde öylece duran telefonuma baktım. onu arayabilirdim, konuşabilirdim.

başımı iki yana sallayarak kendime geldim. önüme döndüm ve masada duran meyvelerden atıştırmaya başladım.

derse başlamamak için meyveyle odaklandığımı fark ettiğimde derin bir nefes verdim ve çatalımı bıraktım.

ayağa kalkıp yatağıma doğru ilerledim. telefonumun yanına sakince oturdum. gözlerim bir telefonda bir de boş evde geziniyordu. kendimi geriye atıp telefonumu elime aldım. telefonu açtım ve minho ile olan son konuşmamıza girdim.

hiçbir yaşam belirtisi olmayan sohbet içimi kararttığında sohbetten çıktım.

telefonu tekrar kilitledim ve karnıma koydum. ondan bana aşkı öğretmesini istemiştim, bana cevabı söylesin değil cevabı öğretsin istemiştim.

şimdi ise bambaşka bir yerdeydik.

ondan ne istediğimi hala tam olarak bilmiyordum.

telefonu düşünmeden tekrar elime aldım ve açtıktan sonra minho'nun numarasını tuşladım.

birkaç saniye bekledikten sonra onu aradım.

çalmaya başladığı an nefesimi tuttum.

telefon beş kez çaldığında umudumu kesmek üzereydim. omzuma çarptığı gibi bitmişti her şey sanki. telefonumu açmaya isteği yoktu.

fakat yine de telefon açıldı.

sesi duyduğum an yattığım yerden doğruldum ve bağdaş kurarak oturdum. karşıdan hiçbir ses gelmediğinden ilk ben konuştum.

"minho," dedim çekinir bir sesle.

birkaç saniye sessiz kaldı. bir nefes aldı ve "efendim?" dedi.

sesini duymak beni mutlu ederken yerimde kıpırdandım. "nasılsın? biz konuşamadık yarış öncesi ya da sonrası. o gün öylece gittiğin için soramadım, öyle gittiğin içinde rahatsız etmek istemedim." cümlelerim ben fark etmeden uzuyordu ve asıl sebep olan kırgınlığımdan bahsetmemeye çalıştığımı gizlemeye çalışıyordum.

"anlıyorum, iyiyim."

sen nasılsın demedi.

"hmm," diye mırıldandım. "sen de yazmadın, konuşmadın benimle."

"evet."

"neden?"

sessizlik bir süre devam etti. bıkkın bir nefes verdi.

kalbim tamamen kırıldığında düştü omuzlarım. neden böyle davranıyordu ki? son zamanlarda iyi değil miydik?

"istemedim çünkü hyunjin."

"ama aramız iyiydi." dedim. "iyiydi değil mi?" diye ekledim.

"iyi olması bir şey ifade etmiyor hyunjin. buna devam etmeyelim, bunaltıcı."

"ne?"

benim söylediğim şeyler önemsemeden devam etti cümlesine. "birbirimiz için uygun değildik. sen bambaşkasın ben bambaşka. anlaşamazdık, daha fazla çekemezdim seni. uğraşamıyordum yani, anladın mı?"

sessizlik içinde dinledim söylediklerini. yüzümdeki heyecan, midemdeki kasılma, kalbimdeki hız aynı anda uçup gitti. telefonda konuştuğum kişinin kim olduğuna baktım. lee minho'ydu. en ufak öpücüğüm için yarış kazanmış lee minho'ydu.

gerçekten ben mi aptaldım? jisung'ın söylediği gibi minho bu kadar kırıcı biri miydi?

hiçbir şey bilmezken telefonu kulağımdan indirdim ve kim olduğunu bilmediğim kişinin. yüzüne kapattım telefonu. nefes sesi bile kulağımdan gittiğinde telefonu yatağa bıraktım sakince ve tekrar uzandım. gözlerimi yumdum ve düşünmeye başladım.

böyle saf olmayı ne zaman bırakacaktım?



kaosa devam,

biliyorsunuz ki agustos ayina girdik, malum sarki ile yaziyorum😞

meet me at midnight, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin