8. BÖLÜM:Hayla inanamıyordum. Yaşamayı seven, sevgi dolu bir kız o soğuk ve karanlık toprağın altında gömülüydü. Hiç düşünürmüydü ölmeyi?, sevdiklerinden uzak bir başka dünyada yaşamını sürdürmeyi?. Ben düşümüyordum. Bana eskiden ölüm çok uzaktı. Ama şimdi nefesim kadar yakın.
Şuan Lucy'nin mezarı tam karşımdaydı. Mezar, beyaz mermerden yapılmış, toprağın üzerinde çimenler çıkmaya başlamıştı. Beyaz mermer de elimi gezdirdim. Mezarın başlığında üst kısmında Lucy Jones yazıyordu. Onun altında doğum tarihi ve ölüm tarihide yer alıyordu.
Yaşlı gözlerim bir ara bulanık görmemi sağladı. Gözümü açıp kapayınca daha iyi görmeye başladım.
Etrafımda bir sürü mezarlık vardı. Burası Kaliforniya'nın en üzlü mezarlığıdı. Forever mezalığı. Yüzlerce ölü insanlar burada gömülüydü. Lucy'nin mezarı siyah gülerle dizayn edilmişti. Oldukça garip duruyordu. Mezara bakdıkça ağlıyordum. Yanağımdaki yaşı elimle sildim. Elerim titriyordu, hissediyordum. Beynim almıyordu. Sadece aklımda şimdi Lucy'e söyleyeceğim sözler vardı.
"L-Lucy...neden, neden beni bırakıp gittin?. Oysa senle çok yapacağımız şeyler vardı" dedim sonra, "seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Seni hiç unutmayacağım Lucy. Seni unutmalarına izin vermeyeceğim" dedikten sonra, daha da şiddetli ağlamaya başladım. Keşke ben ölseydim. O ölmeyi hiç ama hiç hakkedmiyordu.
Arkamda birden el hissettim. Hemen göz yaşlarını silerek arkama doğru baktım. Bu Cannor'du.
"Eve gitmemiz lazım. Hava kararmak üzere" dedi. Sadece "tamam" olarak kafamı saladım, sonra "5 dakika beklermisin? " dedim. O'da "tamam" dedi. Gözleri yere bakıyordu. Her insan gibi o'da ölümden korkuyordu.
Yine Lucy'e bakarak veda sözcükleri söylemeye başladım.
"Seni seviyorum kardeşim, dostum, arkadaşım. Ben yine yanına geleceğim" dedikten sonra elimdeki melek figürlü kolyeyi Lucy'nin hemen mezarın kenarına bıraktım. Son kez olarak elimi mezarda gezdirdim. Böyle yaparak sanki Lucy'nin saçlarını okşuyormuş hissi veriyordu. Kendimi toparlayarak ayağı kalktım. Üstümü düzelterek, Cannor'a döndüm. O'da bedenini bir ağca yaslamış Lucy'nin mezarına bakıyordu. Tanımadığı biri için bu kadar üzülmesi fazlaydı. Oysa ben ona kaç kez sormuştum. Lucy'i tanıyıp tanımadığını. O'da her defasında tanımadığını söylemişti.
Ağır adımlarla ağacın olduğu tarafa Cannor'un yanına gittim. Ben gelince o'da toparlandı. Siyah saçları ve buz mavisi gözleri çok alımlıydı. Üstüne siyah kolsuz t-short, altına siyah pantolon giymişti. Beline bağladığı kırmızı odunucu gömleği ve kolunu saran ejderha dövmesi onu oldukça çok tarz sahibi yapıyordu. Bana göre oldukça daha özenliydi. Ben siyah yarım kolu bol bir t-short, altına siyah pantolon ve siyah spor ayakkabılarla oldukça basittim. Gerçi bir mezarlıkta ne giyilebilirdi ki?.
Cannor benim gözlerimin içine bakarak, "hadi gidelim" dedi.
"Tamam" dedim. O benim omzuna dokunarak ikimizin yürümesini sağladı. Sonra da elini omzuma attı. Ona baktığımda çenesi benim kafamın üstünde bitiyordu. O benim ona baktığımı görünce o'da bana baktı. Nerdeyse birbirimize bakarak yürüyorduk. O bana baktıkça gülesim geliyordu. Ama o oldukça ciddi bakıyordu. En sonunda bir taşa basmamla bir tane eski gömülmüş mezarın üstüne düşüyrdum ki kolumdan Cannor tutu.
"Önüne baksana" dedi, sinirle.
"Ama sen baktığın için ben sana bakıyordum" dedim çocuksu bir sesle.
"Ben bakarım sen önüne bak" dedi.
Ben tam bi şey diyordum Cannor yine bana çıkıştı.
"Yeter Jess" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JUST A DREAM #Wattys2015
Teen Fiction"Her şey bir rüya olamaz!. Her şey gerçekti,böyle olmamalıydı.Ben değişmiş,aşık olmuştum. O beni değirli hissetiriyordu.Beni gerçekleştiriyordu. Hissediyordum,onu kalbimde hissediyordum.Dokunuşları, öpüşü,sevgisini hissediyordum. Beni ben yapan oydu...