Peki... ıssız bir adadayız... ufuk boş gözüküyor. Ada ise oldukça küçük... bir kaç ağaç dışında boş sayılır. "Şimdi ne yapacağız? Kayığımız ya da ona benzer bir şey yok..." bana mı soruyor... "Şu an yapabileceğimiz bir şey yok. Yıldızları görürsem nerede olduğumuzu anlayabilirim sanıyorum. Onun dışında sanırım bekliyoruz." ağacın dibine oturup yaslandım. Bana biraz baktıktan sonra gökyüzüne bakmaya başladı. "Yağmur yağacak gibi." öyle mi? Gök yüzüne baktım... "o bulutlar yakında mı?" bana kafası karışmış şekilde döndü. Sonra gözümü hatırladı heralde. "Yapraklar ile kendimizi koruyamaz mıyız dersin?" ağaca baktım. "denemekte serbestsin." ellerini beline koydu. "Ne yani gece olana kadar yatacak mısın?" "eğer yağmur devam ederse ertesi geceye kadar." ufladı. "Delikten geri gitsek?" "O yere bir daha girmek istemiyorum..." "En başta nasıl girdik ki? Lanetli bir üçgende falan mıyız?" "sanmıyorum. Daha önce buna benzer birşey görmüştüm... hala Bluestars askeri iken." "Gördün mü?" "Denizin alçalmasını görmüştüm. Bu kadar derine düşmedim... neyin yaptığından emin değilim ama dev bir korsan gemisi yapmıştı..." "Korsan?" "Su düzeldiğinde gemi yok oldu... o kadarını biliyorum." "Sen de korsan değil misin? Tanıman gerekmez mi?" "Bir tahminim var. Korsan kralı." kafasını göğe kalırdı. Sonra omuz silkti. Ağaca tırmanmaya baladı. Biraz sonra ağacın yaprakları düşmeye başladı. Yaprakları toplayıp birleştirmeye başladım. Yaklaşık bir saat sonrasında yağmurdan başımızı koruyacak bir şey oldu. Biraz çalı çırpı topladık ki ateş de yakalım. Ortaya yığdıktan sonra birbirimize baktık... "Sen ateş büyüsü falan bilmiyorsundur değil mi?" gözlerini yuvarladıktan sonra bıçak çekti ve ateşin başına çömeldi. Bıçağının kabzasını başka bir bıçak ile yarıp turuncu bir şey akıttı. Sonra ayağa kalkıp bıçağını fırlattı. Ufak bir patlama ile alev aldı. "Gerçekten yeteneklisin..." ateşin başına oturdum. "Sıradan bir suikastçı olduğuna inanmakta zorluk çekiyorum bayan..." kafamı ona doğru büktüm. Bıkmış derin bir nefes aldıktan sonra o da karşıma oturdu. "Cutesy." "İlginç bir isim... şekeri andırıyor." "Şekeri severim." "Not aldım." sessizlikten sonra ağzını açtı. "Amiral senin kelleni sadece sinir bozucu olduğun için mi istedi?" "Sana demiştim... ona çalışırdım. Prensesi kurtardım. Onun ışığını çaldım. Beni hapse tıktı. Biraz destek ile kaçıverdim. Onun gözünde gemileri tek başına batırabilecek birisi avcunun içinden kaçabildi ve onun kazancına zarar verip duruyor... bir de ona kutuda bok yolladım o da çok komikti." "Pff... ciddisin sen? Gemileri tek başına batırmak mı?" "Yetenekli birisiyim. Merak etme." hava kararmaya başladı. "güzel yıldızlar belirmeye başlar." "Yıldızlardan nasıl yerini bulacaksın ki?" kalkıp hemen yanına yaslandım parmağımla gökyüzünü işaret ettim. "Yıldızların ufukla olan mesafesi işe yarıyor. İlginç bir bilgi. Tanrıların dediğine göre gökyüzü küçük yaratılmış. O yüzden büyük fark ediyor." kutup yıldızı belirdi. Onu gösterdim. "Şu en parlak yıldız kutup yıldızı. O ayırt etmesi en kolayı. Ona göre diğerlerinin konumundan da rahatça bulabilirsin." başka bir tane belirdi. "Şu yıldız kutubun sağında... adını unuttum ama yakınlığından... bir dakika..." o yıldız normalde olması gerekenden aşağıda değil mi? Bu da ne? Başka bir parlak belirdi. "T-tamam şunu biliyorum o yukarısında olacak. O zaman..." başka bir tanesi belirdi." "Onun solda olması gerekirdi..." yıldızlar daha da çok belirdikçe daha da kafam karıştı. "İyi misin?" "Bu kötü... lanet olsun..." "Neler oluyor." "Bütün yıldızlar ters yerde... kutup hariç hepsi yanlış yerde..." "Bu normal değil değil mi?" "Tabi ki değil... yıldızlar sen kıpırdamadıkça yer değiştirmezler... hay sikeyim." şapkamın kenarlarını tutup çekiştirdim. "Ters yöndeyiz!" "Ne demek ters yöndeyiz." deliği gösterdim. "Orada aşağıdan çıkmak kötü bir fikirdi... gerçekten yukarı gitmemiz gerek..." yüzü düştü. "Yani burada sıkıştık mı?" delikten aşağı baktım. Öteki uçtaki suyun arkasındaki ayı aşırı bulanık görebiliyordum... "Şuna baksana... ne kadar uzaktadır. Tek gözle anlayamıyorum." yanıma gelip baktı. "Pestilin çıkmaz büyük ihtimal..." "O halde derine kadar düşemeyiz... yerçekimi de büyük ihtimal değişip bizi geri çekecektir. Denizi yüzüp çıkamayız." "Hiç başka fikrin yok mu?" ağacın tepesine tırmanmaya başladım. En tepeye çıkınca etrafa bakındım... gerçekten de ufuk boş olamaz... evet öyle... olduğumuz ada tek ada mı? Öyle gözüküyor. Ağaçtan indim. Çaresizce bana bakıyor. "Sıra sende... ne düşünüyorsun." etrafında bir şey var mı diye bakındı... küçücük bir adada sıkışmıştık ve 2 tane yolunmuş yapraklı ağaçtan başka bir şey yok. Etrafına baktıktan sonra bana baktı. Gözleri azcık açıldı. "Senin yüzüğün ne yapıyordu?" yüzüğüm... cebimden çıkarıp taktım... cevap yok. Öptüm. Hala bir şey yok... "Normalde bana yardım ederdi ama şu anda tık yok. Eğer bir rüyada falan isem çok sıkılacağım." omuzlarını çapraza tuttu. "Ben buradayım... ve ben rüya değilim." "Güzel bu çok fazla şeyi açığa kavuşturdu. Çok sağol ya." sinirlendi. "HADİ AMA! Az erkek ol hadi! Aklına senin de güzel bir fikir gelmedi." karşılıkla ben de sesimi yükselttim "Üzgünüm bayan Pembegöt senin gibi bir kadın suikastçı ile yola çıkmamam gerektiğini bilmeliydim. OH BİR SANİYE! BELKİ DE DÜNYANIN EN ŞERREFSİZ ADAMINDAN İŞ ALMAMIŞ OLSAYDIN BURADDA OLMAZDIK." üzerime sinirle atıldı. Birlikte yere düştük. Yerde beni boğmaya başladı. "BELKİ DE İŞİMİ BİTİRMELİYDİM HA!" Karnına tekme atarak arka tarafıma fırlattım. Ayağa dikeldiğimde o da dikelmeye başladı. Koşup onu ağaca tosladım. Boynunu kolumla ezer iken bileklerini tek avcuma aldım. Göz göze bakışıyorduk. Kaçmak için çırpınırken hiç göz teması kırılmadı. Sonra durakladı. Yüzü kızarıklıktan morarmaya dönmeye başladığında boğazını gevşettim. Derin bir nefes aldı. "Hırçınlaşma."
Gözlerimi açtım... ne zaman kapattığımı hatırlamıyorum ama... kıpırdandığımda üzerimde ağırlık hissettim. Kafamı eğince Cutesy bana yaslanmış uyuyordu. Üzerimizde kırmızı polarımız battaniye gibi serilmişti. Boştaki elimle kaldırdım... evet çıplağım. Oh hayır çıplağız... poları onun üzerine düzgünce serip kalktım. Etrafa saçılan giysilerimi bir bir toplayıp giydim. Onunkileri de yanına bıraktım. Güzel... şimdi... yiyeceğim bir şey... ah! Botumda erzaklarım vardı. Deliğe baktım... tüylerimi diken diken eden bir havası var. Oraya önlem olmadan gitmiyorum... etrafıma halat gibi bir şey için bakındım. Ceketimde bir sökük açıp çekmeye başladım. Neden bilmiyorum ama çok katlı bir ceketim var sanırım uzunca çektiğim iplik bitmedi. Çıkan ipi görünce şaşırdım. İkiye katlayıp sağlamlaştırdıktan sonra bir ucunu belime diğer ucunu da ağaca bağladım. Delikten içeri girdim. Hala bıraktığım gibiydi. Botun yıkıkları arasında erzakları bulup çektim. Limonlarımı ve kuru etlerin bir kısmını alıp geri deliğe gidiyordum... anlık yukarı dönüp baktım. Denizin tepesinden gelen güneş ışıklarının çok azı giriyordu. O yüzden genelde loştu... geldiğim deliğin etrafı hariç. Gün ışığı sağıdan gelip ortalığı daha aydınlık yapıyordu. Delikten gelen ışık kararmaya başladı... aşağı baktım, bir bulut. Yukarı baktım... bu bir bulut değil! Bir gemi! Silahımla ateş edersem mermiler yaklaşmayacaktır... bir saniye bulutlar gemilerle eş mi ilerliyor? Ada tarafına geçip baktım. Evet bu bulut aynı boyda! İlginç. Cutesy giyinmiş bana bakıyordu... "Günaydın." "Sana da." "O ne? Limon ve... tahta parçaları." "kuru et. Afiyet olsun." ona fırlattım. Havada tuttu derin bir nefes aldı. "normal yemeyi özledim. Sen? Geminde saklanırken de unları aşırdığımdan başka bir şey yemediğini biliyorum." "Bulutlar diğer taraftaki gemilere karşılık." kafasını kaldırdı. "Peki bunu nasıl kullanıp kurtulacağız?" alaycı bir şekilde söyledi. Silahımı çekip buluta doğrulttum. Fazla düşünmeden ateş ettim. Tabi ki mermim ulaşamadı bile. "Ne planlıyorsun ki?" "Göğü yararsam belki bir şey olur ha? Şu an elimizdeki tek şey bu, kaba kuvvetle bodoslama teoriler. 1 haftalık etimiz var. 1 haftada buradan kurtulmaz isek ölene kadar birbirimizi eritiriz artık ha?" "Sen kalp krizinden ölünce de sıkılırım artık." alaycı bir şekilde söyledi. Ardından yüzüğü işaret etti. "Sen evlisin değil mi?" "Nişanlıymışım. Geçmişimi hatırlamıyorum. İki adet adamım gelip bana liderleri olduğumu falan zırvaladılar." "O halde hala hain lordu olabilirsin değil mi?" "Belki." ufakça güldüm. Düşünelim... büyü yardımcı olabilir mi? "Pembe mana ile nasıl büyüler yapabiliyorsun?" gökyüzüne bakarak düşündü. "Kendimi gizleyebilirim... bıçak yapabilirim. Bıçaklara azcık manyetizma uygulayabilirim. Daha fazla şey bilmiyorum." "patlayıcı bıçaklarınla kendimizi uçurabilir miyiz." "iki tane kaldı. Turuncu gözün yoksa daha fazla olmayacak ve yine de parça pinçik etlere dönüşürsün." "hmm... pembe mana ile ışınlananları duymuştum." kahkaha atmaya başladı. "Evet... ben de onu duymuştum. Pinkblade klanı arasında bir şakadır o. aşırı zor ve belirsiz. Hiç bir işine yaramaz. Üstelik kaos da yapıyor yani kötü bir fikir." "Peki... o halde... aklıma bir şey gelmiyor." yanına oturdum. "Yüzüğünden haber gelmediğini söylemiştin. Ne alaka o? nişan yüzüğü değil mi?" "Bana söylendiğine göre... sevgilimi buna kapamışlar. Arada beynimin içine girip benimle konuşuyor. Kendisi tehlikeli birisi." "Dün geceyi duymuş mudur?" "ah... lanet."
Birkaç gün geçti. Kuru eti birlikte yerken gökyüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyorduk. İkimizin de aklında bir şey yok. Tricky yanıt vermiyor. Beklemekten başka bir şey yapamıyoruz gibi. "Sence buraya yağmur yağar mı?" "Belki gemiler tam kafamızın üstünde çarpışırsa." "hala aklına bir şey gelmiyor mu?" "Şu anda aklıma gelen yalnız olmadığım için aklımı kaçırmadığım." "Gerçekten delirir misin?" "öyledir... büyük ihtimal. Daha önce hiç gerçekten yalnız oldun mu?" biraz sessiz kaldı. "bir keresinde ormanda tek başıma bir hafta geçirmiştim. Geri insanlık içine dönünce rahatlama hissini hatırlıyorum. O kadar stres etimi sertleştirdi." "Son kısmı zeki olmayan bir soylu genç gibi söyledin." derin nefes verdi. "Suikastçı olunca ortama uyum sağlamalısın. Ne kadar sinir bozucu olsa da." sessizce beklerken aklına bir şey gelmiş gibi dikeldi. "Bir şey mi oldu." "sırtında mühre benzer bir şey gördüydüm. Bütün o ergen yazılar yüzünden unutmuşum." "Hey, o ergen yazılar haklıydı." "sırtını bir daha açsana." üfleye puflaya yüz üstü döndüm. Yerde yüzüm direk kuma batmışken gözlerimi dinlendiriyordum. Sırtımı açtığını hissettim. "Hem de pembe manalı bir mühür. Gizlilikle alakalı olsa gerek. Nerde yaptırdın." "sokakta gözümü açtığımda oradaydı. Ondan öncesinden de sadece adımı biliyorum." "Hafızanı nasıl kaybettin ki." "Sanırım kendim silmişim. Niye tam olarak kavrayamadım." Hafızam... acaba nasıl birisiydim?Bir sokakta yürüyordum. Yağmur yağıyordu. Üzerimdeki giysimi çekiştirip duruyordum. Diğer elimde de bir içki şişesi vardı. "Adım Dreemur..." sesli bir şekilde sürekli tekrar ediyordum. Bir ara sokak görünce hemen içeri daldım. Dar bir ara sokaktı. İçki şişesini kafama diktim. Koyu renkler arasında kayboluyorum... sırtımı yaslayıp sürekli çekiştirdiğim elimi bıraktım. Altında bir bıçak belirdi... bir hançer bana saplıydı. "Adım... Dreemur... ben... nereden geldim?" ufkum daralıyormuş gibi hissettim. Nedendir bilmiyorum ama üzerimdeki her şeyi son kez kontrol ettim. Yanımdaki adama baktım. "Sen de kimsin?" o da benim kadar ıslaktı yağmur mu yağıyor. Eğilip bıçağı çekti. Kan akmadı. Sonra arkasını dönüp uzaklaştı. O uzaklaşırken yavaş yavaş gözlerim karardı. Ah evet. Sonra sokakta uyandım. Sokaktan kafamı çıkarınca gördüğüm ilk şey Bluestar flaması idi. Biraz gezindikten sonra aç olduğumu fark ettim. Yiyecek bir şey arar iken yansımada kendimi gördüm. Bir gözüm mavi diğer gözüm ise tamamen beyazdı. Ben kör müyüm? İnsanların toplaştığı bir yer gördüm. Belki yemek? Yalpalayarak devam ettim. Bu acı... benim bacağım nerede yaralandı? Hatırlayamıyorum. Hiç bir şey hatırlayamıyorum. Gözüm anlık karardı ve kendimi bir sırada buldum. Kafamı eğince tabela gördüm... okuyamıyorum. Okuma yazmam var mı ki? Sıra bana gelince resmi üniformalı birisi vardı. Bana baktı. "Kör mü?" kafamı salladım. Derin bir nefes verdi. "Askeriye katılmak için sebebiniz nedir?" askeriye? Kuru ağzımı açtım. "Açım." sesim derinden çıktı. Bu benim sesim mi? Beklediğimden kalın ama kalın değil. "Adınız?" "Ben..." biliyorum... adımı biliyorum. Sanki sürekli tekrar ettim. Dilim alışık ama nasıl sesim çıkacak? Ağzımı açıp her ne ise tekrar ettim. "Dreemur..." birkaç soru daha sordu, kafamı sallayarak cevap verdim. Bana bir kağıt verip başka bir sıraya soktu. Biraz bekledikten sonra elime bir kılıç verdiler. Karşıma benim gibi birisi çıktı. Onun da elinde bir kılıç vardı. İkimiz de cılızdık. "ŞİMDİ" karşımdaki bana bağırarak koşmaya başladı. Kılıcını vücudunun ilerisinde bir zıpkın gibi tutuyordu. Hareketleri dengesizdi. Adımlarını izlediğimi fark ettim... bu benim huyum mu? Onun ayağı ve benim ayağım arasındaki mesafeye göre uzaklığını kavramışım gibi hissettim. Kılıcımı hızla onunkine çarptırdım. Kolayca büküldü. Gözleri benim tek gözüme bakıyordu. Korkuyordu... "kazanacağım..." ağlamaklı bir yüksek sesle bağırdı. Zayıf... neden bilmiyorum ama onu aşağı gördüm. Kılıcımı gerime çekip onu kendime yaklaştırdım. Ardından karnına dizimle vurdum. Geriye yalpaladı sonra öncekinden daha dengesiz bir şekilde koşmaya başladı kılıcı neredeyse bana vurmaya çalışmıyordu bile. Ani bir hareketle karnını deştim. Öyle kaldı. Ağırlığı üzerime çökünce kılıcımı aşağı büküp yavaşça çökmesine izin verdim. Yere düştü. Ağzından kan akarken bana sinirle bakıyordu. Bu bir hakaret... bana hakaret... bu kılıcı sen ne hakla bana karşı sallarsın? Sen kimsin? Kendimin öfkelendiğini fark edince düşünmeyi zorla bıraktım. Etrafıma bakınca bana az önceki adamlar hızla yaklaştı. Birisi ben beklemediğim anda bir tokat attı. Yüzümü geri ona döndürdüğümde gülüyordu. "Askerliğe hoş geldin. Bir daha beni gördüğünde hazır ola geçmez isen tokat ile kurtulamazsın." yanındaki elime bir üniforma sıkıştırdı. Koyu mavi bir ceketi vardı... ben bir Bluestar askeriyim... evet böyle oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lordların Efendisi 2 - Kendini bulmak
MaceraDreemur kendisi için gelecekler yazıyor. 2. kitap (bu kitap gerçek hayattan bağlantısız olarak yazılmış tamamen kurgu bir kitaptır) yazar notu: okuma sırası bağımsızdır. ilk kitaptan başlamayı tavsiye etsem de 2. kitaptan da başlayabilirsiniz.