🕊️HER ANKA YENİDEN DOĞABİLİR Mİ Kİ?🕊️

40 6 1
                                    

Kan beynime sıçramış gibi hissediyordum. Ve bu kadını gördüğümde hissettiğim duyguların nüksetmesi beni çılgına çeviriyordu. Son hızımla ona doğru koştum. Dün kulüpte açılan yaraların yanına yenileri eklenmişti. Nabzını kontrol ettikten sonra kucaklayıp eve doğru koşmaya başladım. Öfkemin boyutunu ölçemezdim fakat tüm İstanbul'u kasıp kavurmaya yetecek kadar çok olduğuna emindim. Alelacele bir doktor çağırttım ve kadını kollarımın arasından uzaklaştırıp tekrar yatağa yatırdım. Aşağıdaki dolaptan aldığım ilk yardım çantasından çıkardığım sargı bezleri ve diğer adı herneyseler ile yaralarını temizlemeye başladım. Kim yapmış bilmiyordum ama sağlam dövmüştü. Kadın ve erkek arasında ki orantısız gücün en büyük kanıtını karşımda kanlı canlı görüyordum. Ben yaraları daha tam temizleyememişken doktor girdi içeri. Kadını ve doktoru orada bıraktıktan sonra son hızla merdivenlerden aşağıya indim. Ortalıkta kimseler yoktu. Bahçeye çıktım. "Birol!"  sesimin yüksek tınısı üzerine bahçedeki tüm korumalar toplanmıştı. Birol bir adım öne çıkarak;
"Buyur abi?"  dedi. Benden çekindiği fark etmiştim etmesine ama tolerans gösteremezdim."Kim kapattı garaja onu!?"
"Bilmiyorum abi. Ben bugün izindeydim. Dün gece sana haber vermiştim ya hani. Eve sen geldikten 5 dakika kadar sonra geldim zaten." Birol'un cevabından tatmin olmuştum. Haklıydı. Benden müsade istemiş, onaylamak üzerine evden çıkmıştı. Sert bakışlarım bu defa diğerlerinin üzerindeydi. Gözlerimle hepsini tartıp biçtim. Birkaçı kefeye sığmamıştı. Kaçamak bakışlarıyla etrafı süzen birkaç adam vardı. Bakışlarım onlarda sabitlenmişti . Ama ben konuşmadan onlar bir adım öne çıkmış "bizdik" demişlerdi. Dürüstlükleri hoşuma gitmişti fakat yine de yaptıkları gerçeğini kabul edemiyordum. Derin derin nefesler alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Sonrada aynı öfkeyle konuşmama başladım;
"Niye oğlum!? Zorunuz neydi!?"
"Bir zorumuz olduğundan değil efendim. Sabah odanızdan gelen ses üzerine eve girdik. Zeus'ta huysuzlanmıştı. Kadını görünce niye burada olduğunu, nasıl buraya geldiğini sorduk, bilmiyorum dedi. Bizde haliyle şüphelendik. Tek söylediği bilmediğiydi. Konuşturmak istedik ama cevabı değişmedi. Zeus'ta sürekli yağlayıp durduğundan güvenemedik kadına. Sizi aradık ama defalarca çağrımızı görmezden geldiniz bizde-"
"Sizde durun dövelim belki konuşur  dediniz öyle mi!?"
"Fakat-"
"Yok fakat falan. O benim misafirimdi. Dün eve getirirken hiç mi görmediniz!? Hadi ben eve getirirken görmediniz de o hiç elinizden düşürmediğiniz telefona bakmakta mı aklınıza gelmedi!?"
"Üzgünüz efendim"
"Olun zaten! Ama ona yaptıklarınız için değil benim size yapacaklarım için!"
Burnumdan soluyarak tekrar eve girip kadının yattığı kata çıktım. Doktor işini bitirmiş çıkmak için hazırlanıyordu. Beni görünce konuşmaya,kadının durumu hakkında bilgi vermeye başladı;
"Durumu kötü değil ama yinede iyi bir bakıma ihtiyacı var. Sıkı beslense iyi olur. Vücudunda çokça ezik ve incinmiş kemik var. Ama hepsini sargıya alamayız. Bu yüzden verdiğim merhemi her gün uygularsanız daha iyi olur. İyi günler. Tekrar geçmiş olsun"
"Sağolun teşekkürler, Birol! Gelin oğlum, doktor hanımı evine kadar bırakın."
Doktor benimle son kez vedalaştıktan sonra odayı terk etti. Gözlerim yatakta hareketsiz bir şekilde yatan kadının üzerinde kilitlenmişti. Odanın karşı tarafına geçip cam balkonun kapısını açtım. Bu balkon, balkondan daha çok adaya ek bir oda gibi gözüküyordu. Balkona ulaşmadan önce giyinme odasının kapısının yanından buraya uzanan kısa ve cam bir koridordan geçiliyordu.  Balkonu da tıpkı odam gibi kendi zevkimle döşemiştim. Zemindeki camın altından ve cam duvarların arkasından Esenyurt sahilinin ufak bir kısmı uzaktan gözüküyordu. Ama asıl büyüleyici kısmı mavi jacaranda ve mavi ladin ağaçları ile dolu olmasıydı. Bu ağaçları eve ilk geldiğim gün diktirmiş ve onlarla ilgilenmeye başlamıştım. Balkonun köşesindeki yarım daire şeklindeki salıncağa oturup dışarıyı izlemeye başladım. Canım sıkılmıştı. Uykumda gelmiyordu ve ben orada öylece kalmıştım. Sonra gözüm birden masanın üzerindeki sigara paketine kaydı. En son ne zaman içmiştim? Hatırlamıyorum. Sanırım lise 2'nin başlarıydı. Fakat ölen dedeme verdiğim söz üzerine sayılı zevklerimden olan sigarayıda bırakmıştım.Aklım bir anda eski yıllara kayarken büyük bir hızla değişerek benim yatağımda uyuyan kadına kaymıştı. Şu an fark etmiştim fakat ben hala onun adını bilmiyordum. Aslında bilmiyor değildim abisi Gökhan en yakın arkadaşım sırdaşımdı. Bana illaki söylemişti fakat aklıma bir türlü gelmiyordu. Bu küçük ve önemsiz bilgi beynimin bir yerlerinde saklanıyordu ve benim onu aramaya niyetim hiç yoktu. Sonra Gökhan'a kaydı aklım. Canımdan çok sevdiğimi rahatlıkla söyleyebileceğim arkadaşıma... Gökhan'la 5 yaşındayken tanışmıştık.İtalya'da kaldığım zamanlarda yani... Evden çıkmış sonrada yolumu kaybetmiştim. Gökhan'la bakıcısı beni bulmuş aileme teslim etmişti. Sonrada irtibatımızı hiç kaybetmedik. Uzunca bir süre en azından. Gökhan'ın ailesindeki herkesi anlatamayacak kadar çok seviyordum fakat babası muammaydı. Babası kelimenin tam anlamıyla şerefsizin önde gideniydi. Gökhan aracılığıyla bizimle tanışmış sonrasında da bizden faydalanmaya çalışmıştı. Gökhan'dan  duyduğum kadarıyla aile içinde de durum pek farklı değildi. Babası pis işlerle uğraşıyordu. Tabii bizim ailede pek temiz sayılmazdı ama onun babasına nazaran bizim ki sütten çıkmış ak kaşıktı. Gökhan bana sürekli babasının annesi ve kız kardeşlerini dövdüğünü ne kadar istese de ona engel olamadığını söyleyip duruyordu. Babası ile bizimkilerin arası anlayamadığım bir sebepten bozulmuştu. Babası bir gün çıldırmış, eline aldığı bir tabancayla bizim evi basmıştı. Gökhan'da bunu haber almış belki engellerim diyerek arkasından koşuşturmuş. Gökhan bana mesaj attığında deli gibi eve koştum fakat yetişememiştim.Babası yani Piton annemle babamı vurmuştu. İkiside orada can vermişlerdi. Tabii o sırada anneannemi kurtarmak için silahın önüne atlayan Gökhan'da babasının öfkesinden nasibini almıştı. Ben eve ulaştığında Gökhan zar zor nefes alıyordu. Son nefeslerini babası adına af dileyerek ailesinin geri kalanını bana emanet etmekle harcamıştı. Öfkeyle evden çıkıp Piton'u buldum. Bulduğum yerdede kafasına sıktım. Gökhan'ın annesi Neşe hanım olanları duyunca kendi canına kıymış iki kızıyla beraber ateşe verdiği evden ölü çıkmıştı. Tabii biz kızlarında öldüğünü düşünüyorduk. Ta ki dün geceye kadar... Yatak odamdan gelen sesle kendime gelmiştim. Sanırım kadın uyanmıştı.Yerimden kalkıp odaya gittiğimde kadın yataktan doğrulmuş komidinin üzerinde ki bardağa uzanmaya çalışıyordu. Bardağa dokunabilmişti rast kavrayamamıştı. Demek ki bedeni hala zayıftı. Yere düşen bardak yuvarlanarak benim ayaklarımın önüne kadar geldi ve orada durdu. Kadın dopdolu gözlerle bir bana bir ayağımın dibinde ki bardağa bakıp duruyordu. "Sıla? İyi misin?" Dudaklarımdan dökülen bu kısa cümle beni bile şaşırtmıştı. Sonunda "o kadının " ismini hatırlamıştım. Kadında en az ben kadar şaşkındı. Orman yeşili gözlerini yüzümde biraz dolaştıktan sonra ayağımın önüne düşen bardağa gözlerini sabitlemişti. Sonrada epey bir mahcup çıkan ses tonuyla"öz-özür diler-dilerim." demişti. Sesi beni büyülemişti. Tıpkı rüyamda ki gibi. Neden bilmiyordum ama sesinden etkilenmiştim. İçsel savaşımı belli etmemeye çalışarak konuşmaya devam ettim;
"Nasılsın? Daha iyi misin, doktor hanım az önce gitti ama eğer iyi hissetmiyorsan tekrar çağırabiliriz? "Cevap vermediği için beni duymadığını düşünmüştüm. Ağzımı tekrar araladım fakat ben daha konuşamadan o konuşmuş ve beni hayretler içerisinde bırakmıştı." Herşey için teşekkürler. Ben artık gideyim zaten yeterince rahatsızlık verdim." Duymuştum ama duymamış gibi davranmakta karar kılmıştım. Yerden aldığım bardağı komidinin üzerine bırakıp odadan çıktım. Birkaç dakika içinde tekrar odaya girdiğimde elimde yeni bir bardak tutuyordum. Komidinin üzerindeki sürahiyi  alıp bardağı suyla doldurduktan sonra kadına uzattım.Hala kadın deyip durmasana Ayaz. Artık ismini biliyorsun. Sıla...  Bardağı alıp almama konusunda biraz tereddüt etmişti fakat en sonunda bardağı parmaklarımın arasından sıyırıp almıştı. İstemsizce tebessüm etmiştim. Tekrar gitmek için ayağa kalktı. Gitme diyemezsin ki, sonuçta o özgür bir birey ve istediği yere gidebilir! Hayır gidemez! Çünkü o bana emanet. Can dostumun emaneti. Aynı zamanda baban ve annenin katilinin biricik kızı. Babasının hatasından onu mesul tutamazdım sonuçta değil mi? Sıla çoktan kapıya yaklaşmış odadan çıkıyordu. Arkasından seslendim. Son çare olarak öldürdüğü adamı koz olarak kullanacaktım sanırım ve kullanımda." Soruşturma hala devam ediyor. Kulüpte öldürdüğün adamın soruşturması yani. Şimdi ortaya çıkarsan dikkat çekersin. Birkaç gün daha burada kalman senin iyiliğin için iyi olur aslında. Yani eğer istersen kalabilirsin." Yaptığım şey gözüme fazlasıyla alçakça gözüküyordu fakat yine de yapmıştım. Ama aldığım cevap beklediğimden daha da soğukkanlıydı"Sonra gidip teslim olurum. Önce kardeşimi ziyaret edeyim. Hande alışıktır bana bensiz fazla dayanamaz. Yanına uğramam lazım. Tekrar teşekkürler. Başınıza fazlasıyla bela açmışımdır sanırım. Özür dilerim. Tekrar" dedi ve der demez de evden çıktı. Onun gidişini izlerken içim burkulmuştu. Tekrar odama dönüp cam balkona çıktım. Mavinin ağır bastığı bahçeyi seyrederken aklıma aniden gelen düşünce tüm tüylerimi ürpertmişti. Hızla aşağı inip bahçeye çıktım. Bağırarak Birol'u çağırdım. Sıla az önce bir taksiye binip buradan gitmiş giderken de kardeşinin defnedildiği mezarlığın yerini öğrenmeyi ihmal etmemişti. Arabama atlayıp peşlerine gittim fakat yol boyu rastlanmamıştım. Kardeşinin defnedildiği kimsesizler mezarlığına geldiğimde bulduğum bekcilerden birinden mezarın yerini öğrendim ve bekçinin eşliğinde mezara gittim. Tamda tahmin ettiğim gibiydi. Sıla buraya gelmişti. Ama beklediğim aksine sadece dua ediyor, toprağı kucaklıyor ve ağlıyordu. Onu böyle çaresiz görmek yüreğimi acıtıyordu. Herşeyin normal olduğuna kanaat ettikten sonra arkamı dönüp arabaya doğru yürümeye başladım. Ben oradan uzaklaştıktan  birkaç dakika sonra mezarlıktan bağırış çağırışlar yükselmeye başlamıştı. Bekçiler bağırıyor ziyaretçiler de sesin geldiği yöne doğru koşuşturuyordu. Neden bilmiyordum ama içimi yine bir korku ve hüzün kaplamıştı. Ve bu duygular genelde o kadın yüzünden oluyordu. Dişlerimle alt dudağımı sertçe ısırdım. Biraz tereddüt ettikten sonra tekrar Sıla'nın olduğu yere doğru koşmaya başladım. Tam da beklediğim gibiydi manzara. Sıla mezarın üzerine düşmüş baygın bir şekilde yatıyor başına toplanan insanlardan birhaber uykusunda gülümsüyordu. Tebessümü tıpkı rüyamda ki kadar büyüleyiciydi. Oğlum kıza yardım etsene! Yok tebessümdü yok rüyaydı derken kız ölüp gidecek, o zaman göreceksin! İçimdeki ses ilk defa haklıydı sanırım. Ama önce Sıla'ya  ne olduğunu anlamalıydım. Saçlarını kulağının arkasına itekleyip bedenini ters çevirdim ama hiçbir yerinde birşey yoktu. Sonra ellerini tuttum... Kanıyordu... Bileklerinden oluk oluk kan akıyordu. Yaka cebimden çıkardığım mendille bileklerini sıkıca sardım ve bedenini tekrar kollarımın  arasına hapsettim. Sıla'yı sıkıca kavradıktan sonra koşarak arabaya doğru ilerledim. Sıla'yı kucağımdan indirip arka koltuğa yerleştirdikten sonra tekrar şoför koltuğundaki yerimi aldım. Gidebileceğimiz en yakın ve en güvenli olan hastaneye yani Özel Adanır Hastanesi'ne gittik. Biraz sonra Sıla'yı tekrar doktorlara emanet etmiş, akıbetini öğrenmek için koridorda bekliyordum. Doktorun kısa bilgilendirmesinden sonra Sıla'yı özel odaya almıştım. Sıla'yla 3 gündür tanışıyorduk fakat bu üç günün yetmiş iki buçuk saati onun uyumasıyla ya da bayılmasıyla geçmişti. Halbuki onunla konuşmak, sormak istediğim ne çok konu vardı. Keşke bir an önce uyanabilseydi. Tüm bunları düşünürken bende uyuya kalmıştım. Sanırım...
                                                 ^⁠_⁠_⁠_⁠_⁠_⁠_⁠_⁠_⁠_⁠^
Gözlerimi aralamaya başladığımda hala uykuluydum. Yine berbat bir rüya görmüş ve güzelim uykumu mahvetmiş öylece oturuyordum. Sıla'nın yattığı yatağa doğru kafamı uzattım. Yoktu... Belki hemşireler bir yerlere götürmüş olabilir düşüncesiyle hızla lobideki hemşirenin yanına koştum. Bilgisayarı kontrol ettikten sonra hastanın herhangi bir yere götürülmediğini  ve şu anda odasında uyuyor olduğunu söyledi. Arkadaşım ben odadan geliyorum madem odada ben niye görmedim? Salak mıyım ben? Sıla'nın hastanede olmadığına iyice emin olduktan sonra bende hastaneden çıkıp evime gittim. Eve gidince bizim çocuklar Sıla'yı aramak için evden çıktılar fakat sabaha kadar hiç bir haber almadık. Elimizde sadece Sıla'nın hastaneden çıkarken ki görüntüleri vardı. Sıla'nın gidişinin üzerinden saatler ve günler geçti. Ama hala bulamamıştık onu. Her nasıl yapıyorsa saklanmayı çok iyi beceriyordu. Tabii becerecek oğlum o sen mi? Ömrü boyunca saklanmış. Senin gibi bir mafyadan kaçmayı bile becerdi. Sen şimdi neyin tatavasını yapıyorsun ki? Sıla'nın gidişinden 6 gün 20 saat sonra odamdaki cam terasta oturuyordu. Doğanın bile masmavi oluşu beni büyülemek için yeterli bir sebepti. Denizi seviyordum. Denizi,maviyi,sessizliği ve silah kullanmayı seviyordum. Bunlar hayatımda olmadan rahatlayamazdım sanki. Ben tüm bunların verdiği huzuru düşünürken terasın altına bir adam yaklaştı. 1.82 boylarında sarışın,  iri yapılı genç bir adamdı;
"Ayaz abi?"
"Ne var Güney ?"
"Abi mekandan aradılarda misafirin varmış. Davetsiz misafirlerin."
"Ne misafiri oğlum? Siz iyice kafayı yediniz herhalde!"
"Valla bilmiyorum abi bana öyle söylediler."
"Kovun gitsinler. Gidemem şimdi. "
"Ama abi dedi-"
"Güney! Kov onları gitsinler yoksa senin kafanıda onlarınkinin yanına atarım."
"Kaçak bir mal varmış abi. Sana hediye edeceklermiş. Ölüsünü "
Bu son kelime beni oturduğum yerden kaldırmıştı. Terasın balkonuna yaklaşıp"Neyin ölüsünü?" diye sordum Güney'e. Bilmiyorum deyince iyice sinirlenmişti. Ve benim sinirlenmek genelde kimsenin hayrına olmazdı. Ben sinirlendiğimde  etrafta gezinen tek şey "Şer"di. Hızla evden çıkıp Kartal'da ki mekanlardan birine gittim. Mekan benim iznin olmadan boşaltılmış özel bir organizasyon için kapatılmıştı. Hızla girdim içeriye. Herkes toplanmış alem yapıyordu. Beni görünce hepsi durdu. Ben onlara, onlar bana bakıp duruyorduk. Tek fark, onlar öküzün trene baktığı gibi bense aslanın avına baktığı gibi bakıyordum. Onlara doğru yürüdüm. Uzun zaman sonra bu öküzleri ilk kez bu kadar mutlu görüyordum ve buda hiç de iyi bir şey değildi. Normal insanları mutlu eden şeyler bunları anca tiksindirirdi. Çünkü bunlar ancak kandan, adam öldürmekten zevk alırlardı;
" Niye çağırdınız lan beni buraya!?"
"Hoş geldiniz Ayaz Bey-"
"Niye çağırdınız,niye? Ne avı bu? Bu mevsimde hemde?"
Benimle konuşan adam Haydar isimli silah kaçakçısının en büyük oğlu Ömer'di. Her ne yaptılarsa ikiside gözüme girmeye çalışıyordu." Bu av mevsime bakmaz Poseidon. İki ayaklı bunlar."
Ömer duvarın köşesinde bekleyen garsonlardan birine bir işaret verdi. Az sonra üst katın lambaları yandı. Afallamıştım... 6 gün önce kaybettiğim emanetim orada duruyordu... Tavandan aşağıya sarkıtılmış, ağzı burnu kan bir şekilde orada duruyordu. Bir karşılaşmamızda da sağlam ol be kızım!

POSEİDON Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin