"Is this the way it's really going down?
Is this how we say goodbye?"♪ ♪ ♪
İnsan doğar, belki kısa belki uzun bir yaşam geçirir ardından ise gözlerini yumar, öteki dünyaya göç eder. Şanslı olanlarımız doğduklarında güzel bir aileye sahip olurlar. Bunlardan biri de Jeongguk'tu.
Ailesinin hastane köşelerinde beklediği, çeşitli tedavilerden geçtiği, sahip olmak için defalarca uğraştığı o el bebek gül bebek büyütülen, hiçbir isteği esirgenmeyen çocuktu. Ailesi her daim sevildiğini hissettirmişti.
Böyle güzel bir aileye sahipken onlardan ayrılmak, Seul'e gelmek çok zorlamıştı Jeongguk'u. Büyümek bile zorluyordu ki onu. Küçükken her cumartesi kasabadaki komşularıyla toplanırlar, yemek yerlerdi. Annesi hafta başka bir komşu ağırlardı. Çocuk olduğu için mi hayat daha güzel geliyordu o zamanlar bilmiyordu.
Büyüdükçe o cumartesi akşamları üç ayda bire, çocuklar evden gittikçe belki de yılda bire dönmüştü. Bayramdan bayrama bazen toplaşırlardı. Cadılar bayramında kapısını çaldığı ilk kişi olan kimsesiz yaşlı amca üç sene önce vefat etmişti.
Büyüdükçe evdeki sesler kesilmişti, sorumlulukları artmıştı, ne kadar pozitif bir insan olmayı sevse de gülüşü solmaya başlamıştı, küçükken içini huzurla dolduran evi hüzünlendirmeye başlamıştı. Gitme vakti gelmişti artık. Büyümüştü o, evinde nice anılar geçirmiş, kaybettiği sevdiklerini bu evdeki anılarına gömmüştü.
Ama her ne olursa olsun büyüdüğü ev sıkıntıya düştüğünde soluklanacağı ilk duraktı. Bu yüzden biletini almış, tatile girdikleri an kendisini Busan'ın o küçük kasabasının yolunda bulmuştu.
Annesine anlatacağı ne çok anı biriktirmişti sayamıyordu. İlk olarak Taehyung'u anlatmak istiyordu. Anneler her zaman doğruyu bilirlerdi. Taehyung konusunda hâlâ kafası karışıktı. Kazanın üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Taehyung'u ilk haftalar görmemişti. İyileştiğinde ise okulda her yerde karşısına çıkmaya başlamıştı. Sanki onu takip ediyordu.
Kafeye gittiğinde oradaydı, yolda yürürken ansızın karşısına çıkıyordu, sürekli fakültede görüyordu -Taehyung'un hangi bahaneyle oraya geldiğini merak ediyordu-, öğle yemeği yerken başını kaldırdığı an esmeri ona bakarken yakalıyordu, provalarda bir şekilde içeri giriyordu, muhtemelen getir götür işi yapıyordu. Geçen hafta piyano taşırken bile görmüştü. Taehyung'un Jeongguk ile karşılaşmak adına olan çözümleri bitmiyordu. Her seferinde de konuşmaya çalışıyordu fakat Jeongguk kaçıyordu.
Kaçan kovalanır dedikleri bu olsa gerekti.
Taehyung onunla Busan'a gelse dahi şaşırmayacaktı.
Bir yandan evrenin bu döngüsüne anlam veremiyordu. O ne zaman Taehyung'dan uzaklaşsa esmer bir şekilde yakınında beliriyordu. İstemli ya da istemsiz, sanki birbirlerini çekiyorlardı.
Nasıl derin düşüncelere daldıysa otobüsün durağa vardığını fark etmemişti. Kulaklığını çıkarıp cebine koydu, muhtemelen on beş dakika önce okumayı bıraktığı kitabını da çantasına atarak camdan dışarı baktı. Saçına hafiften aklar düşmeye başlamış babası kıpır kıpır, bir ileri bir geri giderek onu bekliyordu. Bu görüntü Jeongguk'un içini sıcacık etmişti. Ailesinin de onu heyecanla beklediğine şahit olmak müthiş bir duyguydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you get me so high
FanfictionBasketbol takım kaptanı Kim Taehyung yakışıklılığı, flörtöz tavırları, inanılmaz partileri ve parmaklarından eksik olmayan sigarası ile bilinirdi. Jeongguk ise sessiz sakin bir köşede oturup hayatını yaşayan bir konservatuar öğrencisiydi. 220822