Önümdeki oyundan çekmediğim bakışlarla masada dönen muhabbeti dinliyor gibi yapıyordum. Okan'la kantinde tavla atıyorduk, yanımızda Harun ve Veysel de vardı. Tabii Veysel'in manitası da. Veysel'in manitasıydı fakat masada yürümediği adam kalmamıştı ve şu an tam yanımda oturuyor ve tavla oynayan bize dikkatle bakarak bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu.
Kafamı eğdiğim tavladan kaldırıp Okan'a baktım. Bana boş boş bakıyordu. İkimizin suratında da gülmekle gülmemek arasında gidip gelen bir ifade vardı. Sebebi tabii ki Nilay'ın tavlanın pullarını incelemesi ve bizim oynamamıza izin vermemesiydi.
"Nilay bizi bir salsan, biz de oyunumuzu oynasak?" dedim kibar olmaya çalışarak.
Bana bakıp hülyalı hülyalı gülümsedi ve ellerini çenesinin altına yerleştirdi. Geri çekilerek istediğimi yaptığında hafifçe gülümseyip oyuna döndüm. Birkaç el döndükten sonra Okan'ın telefon sesiyle durakladık.
"Kanka," dedi Okan ifadesiz bakışlarımı üzerine çekerek.
O sırada Harun'la Veysel ayağa kalkıp sigara içmeye çıktılar. Nilay'ı umursamadan Okan'a döndüğümde iyice yaklaştı koltukta yanıma.
"Umut'lar bizi masalarına çağırıyor," dedi Okan hayret dolu bir ifadeyle.
Bakışlarım istemsizce iki masa ötemizdeki teşkilat masasına kaydı. Umut, Burak ve birkaç kişi daha vardı. Sorgulamam gereken şeyin Okan'da Umut'un numarasının olması ve konuşuyor olmalarıyken neden bizi teşkilattan olmadığımız halde masalarına çağırıyor olmalarıydı.
Oyunu kapatıp arkama yaslandım ve kolumu bilerek Nilay'ın arkasına attım. Nilay gülümserken Burak'ın bakışları koluma kaydı. Herhangi bir tepki vermiyor olmasına rağmen kolumdaki bakışları acayip hoşuma gitmişti. En son beni dövdüğü gün konuşmuştuk ve o günden sonra çok şey değişmişti.
Örneğin onu engelleyen bendim ve dört gündür o engeli kaldırmayarak büyük bir istikrar örneği gösteriyordum. O günden beri kaçmayı da bırakmıştım. Mesela bugün dersim olmamasına rağmen okuldaydım ve inadına burnunun dibinde duruyordum. Sevgime inanmıyor olması zerre umurumda değildi zaten inansa da bir şey değişmeyeceği için sorun etmiyordum.
Tek sevenin ve tek kaybedenin kendisi olduğunu sanıyordu. Ben, sevgisine olan saygımdan dolayı ondan uzak duruyorken onun karşısındaki insanın sevgisini küçümsemesi o kadar sinir bozucuydu ki, aklıma geldikçe deliriyordum.
"Ne diyorsun?" dedi Okan, direkt bana bakarak. "Geçelim mi?"
O sırada masalarındaki çocuklar kalkıp çıktılar kantinden. Onlar mı gönderdi yoksa çocuklar mı gittiler bilmiyordum ama bunu yapmayacağıma emindim.
"Sen geç kanka, ben gelmeyeyim," dedim omuz silkip bakışlarımı Okan'a çevirerek.
Okan gözlerime emin misin der gibi baktı. Gözlerimi kapatıp açarak alt dudağımı dişledim. O masaya gidip oturmam demek bütün yaptıklarını sineye çekmem demekti, bunu yapmayacaktım. Kendini bulunmaz hint kumaşı sanıyordu it. Bana göre de öyleydi ama bunu kabullendiğimi itiraf etmeye hiç gerek yoktu.
Okan başını sallayıp ayağa kalktığında telefonumu çıkarıp bildirimleri kontrol ettim. Nilay yanımda bir şeyler anlatıp duruyordu ama onu dinlemiyordum ki zaten dinlememe de gerek yoktu. Göz ucuyla yan tarafa baktım, Okan tokalaşarak koltuklardan birine oturduğunda Umut'un yüzüne yayılan gülümsemeye baktım.
Sanırım Okan'dan ciddi ciddi hoşlanıyordu. Bu gülümsememe neden olduğunda Nilay bunu kendi üzerine alınarak elini ağzına kapatarak güldü. Hâlâ kendi kendine bir şeyler anlatıp duruyordu ama umursamadan kolumu arkasından çekip öne kaydım ve telefonumla ilgilenmeye devam ettim. O sırada Okan'dan mesaj geldi.