Bölüm 50

4.7K 266 30
                                    

Sıkıntıdan midem bulanıyordu. Ciddi anlamda bunalım yaşıyordum. Hayatımın en sıkıntılı zamanlarında bile bu kadar boğuluyormuş gibi hissetmemiştim ama şimdi, nefes alabileceğim hiçbir yer yok gibiydi. Resmen koskoca dünyaya, galaksiye sığamıyor; herkesten ve her şeyden kaçıp gitmek istiyordum.

Bu yüzdendi dedemin eski evine gelmemin sebebi. Eski evi dediğime bakmayın, bir ara İddaa'dan kazandığım 13.648 Türk Lirası'nı bu evi gerçek bir eve çevirmek için harcamıştım. Bir kere Bursa'da değildi ev, en güzel yanı buydu. Bolu'da küçük bir köydeydi ve dedemin bu eve nasıl ve neden sahip olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yoktu. En güzel ikinci yanı ise evin dışı tamamen siyah olmasına rağmen, içi beyazdı. Bütün eşyalar beyaz ve beyaz tonlarındaydı, beyaz olamayacak eşyaları ise oturup üşenmeden beyaza boyamıştım. Bunun sebebi ise dışarıdaki bütün kötülüğün ve yaşadığım boklukların hiçbirini içeri girdiğimde düşünmemekti. Küçüktü ama benim vazgeçilmez mekanımdı. Buraya sadece hayattan kaçmak için gelirdim ve şu an da bunu yapıyordum.

Kaçmak için gelmiştim eyvallah da, sorunlarımı ilk kez dışarıda bırakamıyordum. Aklımda savaştığım onca şeyi unutmak için yapmadığım şey kalmamıştı ve düşünmemek için evin bostanıyla bile uğraşmıştım geldiğimden beri. Yine sıkılıyordum, yine sıkılıyordum anasını satayım. Elon Musk'a mail bile atmıştım. Bir sonraki Space X araştırmasında beni Mars'a yollaması için, ciddi ciddi Elon Musk'a Anadolu şivesiyle mail atmıştım, umarım geri dönerdi.

Bolu'nun aşırı temiz havası beni hasta etmişti. Geleli iki gün oluyordu ve hafiften boğazlarım şişmişti, bir de onunla uğraşıyordum. 

Kendim kaşınmıştım, cidden buraya gelerek kendim kaşınmıştım. Ne telefon çekiyordu ne de internet vardı, sokak köpekleri hariç köydeki kimseyi tanımıyordum, kendi kendime de konuşacak kadar psikolojimi bozmamıştım şükür ve biraz daha konuşmazsam konuşmayı unutma ihtimalim çok yüksekti. 

Düşünmeyeyim dedikçe de düşünüyor olmam ayrı bir ironiydi, kendimi sorgulamaktan alıkoyamıyordum. Her şey tıkırındaydı, her şey güzel gidiyordu ve birden yine kendimi başladığım noktada bulmuştum. Burak'ı o mezarlığa götürmekle en büyük hatayı yaptığımı zaten biliyordum ancak doğru olduğuna inandığım şeyi yapmıştım. Ayrıca beni sevmek istediğini söyleyen de oydu, ben sadece yolundaki taşları kaldırmak istemiştim. Bunun canımı bu kadar yakacağını adım gibi biliyorken, onu kendi ellerimle özleminden tutuştuğu birinin yanına götürmüştüm ve yine tek düşündüğüm oydu. Sırf beni sevsin istediğim için yapmamıştım bunu, kendisini toparlaması gerekiyordu. Çünkü farkındaydım, pişmanlığı onu yiyip bitiriyordu. 

Bana uzun uzun bakarken bile gözlerinde buruk bir ifade oluşuyordu ve ben bunu görmekten yorulmuş, paranoyaklaşmıştım. Onu her an kaybedeceğim düşüncesi peydahlanmıştı içimde çünkü o bakışlardaki, o kurban olduğum kahverengilerinde gördüğüm ifade bana sadece bunu söylüyor gibiydi. 

Velhasıl, ne yaparsam yapayım bir türlü onu kendime ait kılamamıştım. Birine kendinizi zorla sevdiremiyordunuz ne yazık ki, o istese bile bu mümkün olmuyordu. Toprağa gömdüğü, yüreğine gömemediği o adamla başa çıkamamıştım. Yapabilirim sanıyordum ama becerememiştim. Çok hayalperesttim ya da optimist, bilmiyordum bir boka yaramadığım gerçeğiyle yüzleşiyordum sadece.

Sadece Burak'la ilgili değildi bu. Hayatım boyunca doğru düzgün bir işe yaramamış, ne ailemin istediği gibi biri olabilmiştim ne de kendi istediğim kişi olup dünyaya karşı durabilmiştim. Bu kadar zayıf biri değildim, güçsüz hiç değildim ama insan kendini bilmeliydi ve ben bilmeyi geçtim, ezberlemiştim. Doğru kararlar dediğim her şey ben dışında herkese yanlıştı. Yanlış yapmamak için gösterdiğim her çaba beni doğrulardan daha da uzaklaştırıyordu. 

bozkurt [boyxboy]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin