Uzuncana bir süre okula gelmemiş olmanın getirisiyle midemdeki krampları yoksaymaya çalışarak sınıfıma girdim. Beynim allak bullaktı, gözlerimi bile açık tutamıyordum. Sabaha kadar ders çalışmıştım ve gözümün önünde şu an Türkiye Ekonomisi makaleleri dönüyordu.
Burak'ı görmek istemiyordum. Onun da beni görmesini istemiyordum. Yeterince kendime acı çektirmiştim ve daha fazlasına ne bünyem ne da kalbim dayanabilirdi. Bir kere her şey ortadaydı, beni istemiyordu. Sevmeyecekti ve ben ne yaparsam yapayım bunu değiştiremezdim.
Doğal olarak Burak meselesi şimdilik benim için derinlere itilmişti zira hem onu düşünüp hem de ders çalışmam olası değildi. Tek yapmam gereken sınavlarıma odaklanıp beynimi meşgul etmekti.
Okan yanımda hâlâ notlara bakarken gözetmenler girdi içeri. Ardından koca göbekli keko hocamız. Tam bir manyak olması bir yana derste bizimle "Dünya sultan Süleyman'a kalmadı," sözündeki Süleyman'ın padişah olan mı yoksa peygamber olan mı olduğunu tartıştığı ve sınavda sekiz makaleyi birden dayadığından anlayabilirdiniz. Ulan, üç saatlik dersi vardı ve üç hafta boyunca üç saatten dokuz saat olmak koşuluyla ciddi ciddi bu mevzuyu tartışmıştık derste.
Sonuç olarak o sözdeki Sultan Süleyman, padişah olan değil peygamber olanmış.
Hayatımız bir palavra üzerine kuruluymuş anasını satayım.
Gözetmenler çok geçmeden kağıtları dağıtıp sınavı başlattığında önümdeki soruları çalıştığım kadarıyla çözmeye çalıştım. Yarım saat kadar süren sınavdan çıktığımda saat ikiye geliyordu. Yarın sınavım yoktu ve eve gidip yarına kadar uyumayı düşünüyordum.
Okan yanıma geldiğinde sırtımı yasladığım duvardan ayrılıp yanına yürüdüm. Aşırı uykum vardı ve fazlasıyla yorgun hissediyordum.
"Sikim gibi bir sınav için teşekkürler amına kodumun Kahraman'ı," diye homurdandı Okan somurtarak.
Hocalara söveceğine ders çalışsaydın diyecektim ama sonra ağzımı açmaya bile halim olmadığını fark ederek sustum. Birlikte fakülteden çıktığımızda Okan acıktığıyla ilgili bir şeyler zırvalıyordu. Kendimi tamamen kapatmıştım dış dünyaya ve hiçbir şeyle muhatap olmamak için sessiz sessiz otoparka doğru yürümeye devam ettim.
O sırada yine yavşak Umut'un Okan'a seslendiğini duydum. Okan durup beni de durdurduğunda başımı kaldırıp bize doğru gelen ikiliye boş boş baktım öylece.
"Selam yavrum," dedi Umut, Okan'a gülümseyerek.
"İyi alıştın arkamdan seslenmeye sen de anasını satayım," dedi Okan huysuz bir şekilde.
Umut alayla gülümsedi. Sonra Burak'a dönüp kaşlarını kaldırdı.
"Sınavı kötü geçmiş," diyerek dudaklarını birbirine bastırdı.
Burak omuz silkip sigarasını içmeye devam ederken Umut, Okan'ın keyfini yerine getirmeye çalışıyordu. Bu sahne bile artık sinirimi bozmuyordu çünkü sanırım ne kadar korkutucu olsa da onlara alışmıştım.
Telefonum cebimde titremeye başladığında çıkarıp ekrana baktım. Tüylerimin diken diken olduğunu fark ederek yutkunup dişlerimi sıktım. Okan'lardan uzaklaşıp telefonu cevapladığımda direkt olarak aldığım emir cümlesi ve yüzüme kapanan telefonla sıkıntıyla gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım.
Sinirli bir küfür savurup Okan'ın yanına yürüdüm tekrar.
"Kanka benim gitmem lazım, bir iki saate seni almaya gelirim," dedim yorgun bir ses tonuyla.
Okan bir sorun olduğunu anlamıştı ve nereye gideceğimi de biliyordu. Kaşlarını çatarak iyi olup olmadığımı sorduğunda omuz silkip görüşürüz diyerek yanından ayrıldım.