"Saçını siyah yapmış," diye mırıldandı. "Güya beni kandıracak, yer miyim ben bunları? Bir de üzerime yürüyor," yarım ağız güldü. "Bildiğin alay ediyor benimle."
"Geçirseydin ya kafasına bir tane," Diyerek öne atıldı sarı saçlı arkadaşı. Bir yandan elini yumruk yapmış, sanki karşısında biri varmış da ona savuruyormuş gibi göstermişti. "Daha kolay olurdu."
"Hümanistim ben," kınayarak baktı arkadaşına, "Hem, yakışmaz delikanlı adama. Daha yeni hastaneden çıkabildi," içtiği birasından yudum aldığı gibi yüzünü buruşturdu. Oldum olası sevmediği şu içeceğe para vermeyi fuzuli buluyordu. "Ulan kıtlıkta mıyız, Jim? Şuna verdiğimiz paraya yazık."
Güldü arkadaşı, "Sen de hiç anlamıyorsun be oğlum," oturduğu çimenlikte biraz daha yayıldı, omuz silkip arkadaşına döndü, "Maksat kafamız dağılsın, gerisi hiç."
Saatlerden akşamüzerinde bir vakit. Küçük, denizi önüne alan, yüksek bir yerdeydiler ikisi. Etrafta kendilerinden başka kimse bulunmuyorken, diledikleri gibi konuşabiliyorlardı. Ne zaman buluşsalar buraya gelir, çoğu zaman kamp yapar, haricinde ise sohbetleşerek geçirirlerdi zamanı. Bugün, ilk defa grupça gelmeyi reddettikleri sayılı zamanlardan biriydi. Jeongguk, Jimin'i aramış ve o vakitten sonra da ne olduğunu dahi sormadan yanına gelmişti.
Jimin, aklına bir şey takılmış gibi kaşlarını çattı. "Baksana sen," derken dizlerini kırmış, dirseklerini de diz kapaklarına yaslayıp arkadaşına omuz atmıştı hafifçe. "Madem böyle surat asacaksın, ne diye kaçıyorsun ondan?"
Karşılık olarak yan gözle arkadaşına bakmış, başını omzuna doğru yatırmıştı. İçten içe bildiği gerçekleri reddetmekle o kadar meşguldü ki, başka biri tarafından bunu duymak şaşırtmıştı onu. Belki biraz da kafası güzel olduğundandı. "Kaçıyor muyum?"
"Kaçıyorsun tâbi," bira şişesini kenara koymuş, bedenini tamamen arkadaşına döndürmüştü. Oturduğu yerde dikleşip ciddi bir konuşmaya hazırlandı. "Söyle bakayım, bir kez olsun düzgünce oturup konuştunuz mu?"
Kaşlarını çattı, düşünür gibi oldu. Sonucunda kafasını iki yana sallamıştı zira öyleydi. Ne zaman yüz yüze gelseler konu bir şekilde öfkeyle sonuçlanıyor, yüz yüze oldukları her an burnundan soluyordu. Başını yeniden önüne çevirmiş, dudaklarını büzmüştü, "Ne bileyim oğlum ben," elindeki içkiye baktı gelişigüzel, "hep bir köşe kapmaca oynuyor gibiyiz, aramızda öyle hasbihal edeceğimiz durumlar oluşmadı."
"Bence senden sebep böyle bu."
"O ne demek?" derken kaşlarını çattı. Hemen hiddetlenmesine karşın gözlerini devirdi, Jimin. "Alevlenme hemen," dedi. "Haklı ve haksız diye ayırmıyorum ama epey inatsın, kabul et. Çocuk seninle yeniden arkadaş olmak istiyor işte, ne diye uzatıyorsun bu kadar?"
Jeongguk inkâr etmek için ağzını açtı fakat kapaması çok da uzun sürmedi zira olayların arka yüzü, Jimin'in sandığıyla bir değildi. Hakikatte olayların aslını bilen tek kişi de bilhassa kendisiydi. Kimse ne geçmişlerini iyi biliyordu, ne şu anı. Ona çıkıp, "Sorun da bu, arkadaş olmak istemiyor." dese, sonucunda nasıl bir tepki alırdı müphemdi. Elbette yadırgayacaklarından değildi. Jimin'in, Yoongi ile olan geçmişleri henüz tamamen kapanmış değildi. Hatta, Taehyung'u anlayabilecek yegâne kişilerden biriydi. Biraz ağzını aramak gibi olsa da aslında sahiden bilgi sahibi olmak istiyordu. Nasıl yaklaşacağını bilmediği bir durumla içli dışlı olma mecburiyetindeydi ve buna çözüm üretme aşamasını bir başına halledemiyordu. Yine de cevap vermemeyi seçti, bununla beraber üstelemedi arkadaşı. Birkaç yudum aldı birasından, yüzünü buruşturdu. Hiç sevmiyor ama içmekten de geri durmuyordu işte. Böyle çelişkili biriydi, kendi içerisinde dahi zıtlıklarla doluysa, onunla nasıl aynı kalabilirlerdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
akla kara
Fanfiction"İşte bu kadar şiddetli, bu kadar ağır; Beyazlar içerisinde simsiyah duygular." text, düz.