Kanında gezen adrenalinin bir farkı vardı. Daha öncesinde, girdiği yarışmalarda, okulda gösterdiği potansiyel etkinliklerde ortaya çıkan heyecanla bir değildi. Uyuşmuştu parmakları. Önündeki kapıyı açmak, ardındaki bedeni görmek onda nasıl bir his yaratırdı bilmiyordu zira emindi. Gitmeyeceği gerçeğininin başından beri farkındaydı. Soruları rafa kaldırdı, merakını dizginledi. Yalnız ihtimaller vardı aklını bulandıran şimdi. Esirliği olduğu sözcüklerle beraber, ona gitme diyemeyeceği o noktada, her daim orada bulunduğu gerçeği şimdi dahi nefesini sekteye uğratıyordu. Tereddütünün ardından uzandı parmakları, kapıyı açtı tek nefeste.
Neden vazgeçmişti?
İlk önce ellerinde tuttuğu şişelere baktı. Çeşit çeşit içkinin bulunduğu poşetten gözlerini zoraki ayırmış, bembeyazlar içerisinde oluşuna şaşırmamıştı. Valizleri yoktu. Yanında beklediği, belki ona eşlik edeceğini düşündüğü Sora dahi ortalıkta gözükmüyordu. Saçları, üzerindeki eşofman takımına eşlik ediyor, geçirdiği yeşil mont ise farklı bir hava katıyordu ona. Garip, rahat, laubali bir hava vardı duruşunda. Gözleri, yüzüne varıncaya dek böyle düşünmüştü zira yüzündeki ifadesizlik, beklediği en son şeydi.
"İçeri davet etmeyecek misin?"
Gözleri kıpırdayan dudaklarına kaydı. Bir süre idrak kavramını unutmuş gibiydi. Güçlükle kendine gelmiş, bakışlarını kaçırırken geriye çekilip, yol vermişti. Hiç beklemeden önünden geçen bedenle yutkunmuş, bakışları ilerleyen sırtındayken parmakları ensesini bulmuştu zira hiç bu denli gergin hissetmiyor, beynindeki bulantıyı geçirmekte zorlanıyordu. Ağlayacak gibiydi. Niçin ağlayacak gibi hissediyordu?
Kapıyı kapatmış, peşinden ilerlemişti. Üzerineki ceketi gelişigüzel koltuğa fırlattığı belliydi. Beraberinde kendisini de aynı şekilde koltuklardan birine atmış, bacaklarını iki yana açmış bir şekilde yerleşmişti. Poşetleri de masaya koymuş, içlerini yoklamaya başlamıştı.
Evet, tam olarak satranç tahtasıyla bütün olmuş masaya.
Poşetlerin içerisindekileri çıkartırken, ayakta dikilen kendisine bakmıştı kirpikleri altından. "Oturmayacak mısın?" diyerek, gerginliğini fark etmiş, sanki yeni kendine geliyor gibi kafasını hafifçe sallayıp önündeki kanepeye yerleşmişti. Kafasını eğerken güldüğünü görmemesi içler acısıydı. Belki görseydi, bu atmosferin nereye sürükleneceğine dair bir fikri olabilirdi fakat şu an için yalnızca geriliyor, rahat edemiyordu. Tek bir şey için mutluydu.
Şimdi ikisi de, ait oldukları yerdeydi.
Poşettekileri masaya koymuş, poşeti de kenara köşeye koyduğu gibi derin bir nefes alıp, oturuşunu düzeltmişti. "Evet," dedi ellerini birbirine sürterken. Bakışları, kirpikleri altından gergin bedeni bulmuş, ardından hemen yanındaki kadehe çarpmıştı gözleri. Bu rahatlığı ne içindi? "İçiyordun demek," diyerek söylenmişti kendince. Sonra yeniden ona döndü. "Söylediklerinin sarhoşluk eseri olduğuna şaşmamalı."
"Değilim," kaşlarını çattı hemen. Sesi kısık çıkmıştı. Kalbi ağzında da atıyor olsa inadından dönmüyordu. "İki kadehle sarhoş olacak kadar zayıf bir bünyem yok."
"Tek bakışımla boynunu bükecek kadar zayıf bir iraden varken mi?" Güldü, umarsızca. "Hiç sanmıyorum." Geriye yaslanmış, ellerini de koltuk başlığına koymuştu. Jeongguk'u sinirlendirdiğinin pekâlâ farkındaydı. Bu sinirin ise asıl sebebi az önce kurduğı cümle değildi.
Kendisineydi.
"Neden vazgeçtin?" zorlukla sorabilmişti, siyahlı. "Neden gitmekten vazgeçtin?"
"Bana da bir kadeh getirmeyecek misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
akla kara
Fanfiction"İşte bu kadar şiddetli, bu kadar ağır; Beyazlar içerisinde simsiyah duygular." text, düz.