1- KİM BU?

595 43 7
                                    

~Min Yoongi

"Joon! Kook! Nerdesiniz?"

"Buradayız Yüzbaşım!"

Hızla silah deposuna gittim. Bu iki sorumsuz yine silahlarla mı oynuyordu? Ne zaman boş olsalar oradalar. Umarım dokunmuyorlardır da sadece bakıyorlardır. Sonuçta Joon çok sakar. Kook ise fazla meraklı.

"Hazır ol!"

İkiside hazır ol pozisyonuna geçince etrafı inceledim. Neyseki bir şeye dokunmamışlar.

"Öğle yemeği saatinde neden buradasınız?"

"Şey hyung biz silahları kontrol etmek için geldik. Hani bir şey olmuş nu diye."

"Bahaneye gerek yok. Hadi doğru yemekhaneye!"

Öğle yemeğini yedikten sonra birkaç askeri ormana keşif için gönderdim. Ne zaman tek kalmak istersem bu Joon ve Kook beni darlıyordu. Şimdi ikiki tavşan kanı çayı tartışıyordu.

"Hayır hyung! Tavşan kanı bu renk olmaz!"

"Nerden biliyorsun? Kaç kere gördün?"

"Hiç görmedim ki!"

"E o zaman? Demek ki Tavşan kanı bu renk olduğu için adını böyle koymuşlar."

"He hyung he!"

"Düzgün konuş! Bak wallahi cinler çarpar!"

Daha fazla saçma şeyler duymaktansa ormana gider, biraz avlanırdım daha iyi. Silahımı belime yerleştirip ormana doğru yol aldım.

3 yıldır, Güney Kore ve Kuzey Kore'nin arasındaki bu sınırı korumakla görevliydim. Aslında burayı biraz da kendim seçmiştim. Orman, temiz hava. Ama işte her şey üstlerimin eğitmem için buraya gönderdiği bir avuç işeyaramaz askerle bozulmuştu.

Onlarla uğraşmak bazen tüm günümü alıyordu. 20 kişilik bu ekipten en fazla 8 tanesi silah tutmayı biliyordu ki bu extra mesai demek.

Joon ve Kook'la geçen sene tanıştım. Joon ile aynı yaştayım. Kook ise 4 yaş küçük. Daha yeni 23'üne girmiş. Neden hala burda olduğunu bilmiyorum. Sonuçta genç. Daha iyi şeyler yapabilir.

Joon ise babasının izinden gitmek istemiş. Silahı çok iyi kullanabilmesine rağmen biraz sakar olduğu için tam eğitimli değil.

Ben mi? Min Yoongi. 27 yaşındayım. Bende şehit olan babamın izinden gitmek istedim. Bunun için çok çalıştım ve burda yüzbaşılığa kadar yükseldim.

Buraya gelmeden önce hayatım yoktu, gerçi hala hayatı yaşayamıyorum ama en azından severek bir iş yapıyorum. Annem babamdan birkaç yıl sonra kanserden vefat etti. Kardeşim ya da bi akrabam yok. Her ay bankaya düzenli olarak yatırılan 'şehit yakınları' için verilen ücretle geçindim. Liseye başlayınca hem bir inşaatda çalıştım. Hem de derslerime çalıştım. Ve sonuç.

Avlanmayı bırakıp ormandaki tanıdık kulübeye gittim. Burda yaşayan insanlar da var. Bir köy gibi. Fazla olmasa da, atalarının yaşadığı yeri terk etmek istemeyenler yaşıyor.

Birkaç hafta önce operasyon sırasında ormanda oyun oynayan bir çocuk vurulmuştu. Neyseki yaşıyordu ama durumu ciddiydi. Yerli halk kendi imkânları ile tedavi ettiler.

Aslında 2 hemşire ve 1 doktor vardı. Ama onlar da çatışma sırasında kaçtılar. Anlamıyorum. Meslekleri insanları kurtarmak olan kişiler kendi canlarını kurtarıp kaçıyor, geride ne bıraktıklarını bilmeden.

Küçük oğlanın durumuna sinirlendiğim için medyayı çağırmış ve buraya bir doktor göndermelerini istemiştim. Ama hala gelen yok. Canlarını önemseyip gelmek istemiyorlar. Ya biz? Bizimde burda canımız tehlikeli altında. Ama biz kaçmıyoruz.

"DongSo! DongSo!"

"Yüzbaşımmmm!!!!!"

Beni görünce koşarak kucağıma atladı. Bende onu etrafımda döndürdüm. Çok tatlı aynı zamanda çok ta zekiydi. Siyah kahküllü saçları, minicik siyah gözleri ve esmer teniyle çok güzel bir çocuktu o.

"İlaçlarını aldın mı?"

"Hayır! O otlar çok acı! İçemiyorum."

"İçmelisin ama! Bayan Lee! Nerde küçük DongSo'nun ilaçları?"

"Hemen getiriyorum yüzbaşım!"

Yarım saatlik uğraştan sonra ilacı içirip biraz sohbet ettik. Sonra tekrar kampa döndüm. Joon ve Kook hala bıraktığım yerdeydi. Tek fark bu sefer 'kahveyi keçiler bulmuştur' lafını tartışıyordu. Onlara göz devirip çardağa geçip oturdum.

Birkaç dakika sonra Joon ve Kook'un ısrarları ile kamp alanına doğru yürüyüşe çıktık. Onlar sohbet ederken, ben ortalarından çıkıp önden yürümeye başladım.

O sırada ilerden gelen bir bedene takıldı gözlerim. Saçları kızıl mıydı onun? Yalpayarak yürüdüğünde kaşlarımı çattım. İstemeden o yöne adımladığımda yüzü netleşmeye başladı.

Ve ben bu yüzü daha önce hiç görmedim. Yavaş adımlarla yürüyen yüz 2-3 metre ötemde öylece durdu kaldı.

Yana doğru düşeceğini anladığımda hızlı bir hareketle belinden tuttum. Kucağıma yığılıp kaldığında çantası da yere düştü.

Kahküllü Kızıl saçları, koyu pembe dudakları, çekik gözleri, kaydırak burnu ve esmer teniyle güzeldi. Üzerine giydiği siyah tişört ve kırmızı şort ile liseli çocuklar gibi görünüyordu. Tatlıydı, şirindi.

"Yüzbaşım!!"

"Efendim? Kim bu genç?"

Yanıma gelen ikiliye çantasını gösterdim. Onalr çantasını alırken bende onu kucağıma alıp, kamp alanına doğru taşıdım. Herkesin şaşkın bakışlarını umursamadan onu odama götürüp yatağa yatırdım. Dışarı çıktığımda ise herkesin sorduğu şey aynıydı. Kim bu?

∆∆∆∆∆∆∆∆∆∆∆

Ay Helü! Nasılsınız? Ben iyiyim.
Nasıldı ilk bölüm? Namjin, Jikook ve Sope'dan oluşan bir fic ile yine karşınızdayım. Alla alla! Kim bu kızıl saçlı çocuk?

Oy ve yorum yapmayı unutmayın!

Sope'la Kalın☀🌙

Aurora / YoonSeokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin