Sydney'in ağzından anlatım:
Şafak vaktiydi. Öyle olduğunu sanıyordum. İksiri alalı çok olmamıştı ve sanırım yine iksirden kaynaklı kabuslar ve karabasanlar görüyordum. Galiba bu da terler içinde uyandığım beşinci kabusumdu. Ayağa kalktım. Sadece bize ayrılmış olan revire baktım. Her bir yatakta sızıp kalmış olan bizimkilere bakıp istemsizce güldüm.
Balkona çıkıp ellerimi korkuluklara yasladım. Aslında...çok daha iyi hissediyorum. Savaşmaktan korkmuyorum. Artık değil.
"Sydney, ne yapıyorsun" Dedi Draco. Uyku sersemi yanıma yaklaştı ve aynı şekilde dışarıyı izledi.
"Kabuslar görüyorum. Kötü kabuslar." Dedim. Başını bana çevirdi. Sanki yüzümdeki ifadeden kabusun ne kadar kötü olduğunu kontrol ediyordu.
"Korkuyor musun?" Dedim bir süre sessizlikten sonra. İç çekti.
"Hayır." Dedi tok bir sesle.
"Neden korkayım ki?"
Ben de iç çektim bu cevap karşısında.
"Savaştan bahsetmiyorum. Babandan bahsediyorum. Onunla yüz yüze olmak, savaşmak...korkutmuyor mu seni?"
Kafamı çevirip ona baktığımda gözleri boşluğa bakar gibi bakıyordu.
"Onun için iyi bir çocuk olamadım. Hiçbir zaman yeterince iyi değildim. Neden her şeyin sorumlusu benmişim gibi hissediyorum biliyor musun? Çünkü her şeyin sorumlusu benim zaten. Beni sevsin diye her şeyimi vermeye hazırdım. Sadece, biraz sevsin diye. Bu da en büyük yanlışımdı. Bu yaşıma kadar gözünde saf nefretten başka bir şey yoktu. Onun insanları sevmek gibi bir özelliği yok. Bu yüzden artık bu mücadeleyi bıraktım. Yani hayır Sydney ondan korkmuyorum. Kimseden korkmuyorum."
"Onu baban olarak görmüyor musun?" Dedim ürkekçe.
"Benim babam gözümde öleli çok oldu."
Onu ensesinden kendime çektim ve dudaklarını benimkilerin üzerine yerleştirdim. Bunu bekliyormuş gibi karşılık verdiğinde ellerimi ensesine yerleştirip biraz daha kendime bastırdım onu. Ellerini belime koyarak bu hareketime yardımcı oldu. Belimdeki elleriyle beni korkulukla arasına aldı.
Geri çekilip gözlerini gözüme dikti.
"Bunları haketmedim değil mi?" Dedi. Kalbim acımıştı bu soruya.
"Hayır bebeğim haketmedin." Burukça gülümseyip sarıldı. Sımsıkı sarılmıştı ve bunun bitmesini hiç istemiyordum. Büyük bir gürültü karşısında ondan ayrılıp aşağıya baktım.
"O da neydi?" Dedim. Ve bir kez daha patlamaya benzeyen o ses çıktı. Bakışlarımı yasak ormana doğru çevirdiğimde büyük bir kalabalığın Hogwarts'a doğru koştuğunu gördüm.
"Siktir! Geliyorlar." Dedi Draco telaşla. İçeri koştuk.
"Sen diğerlerine haber ver ben buradakileri halledip geleceğim." Dedi Draco. Hızla revirden çıkıp Dumbledore'un odasına çıktım. Kapıyı hızla yumrukladım.
"PROFESÖR DUMBLEDORE! GELİYORLAR! KARANLIK TARAF-"
Kapı açıldı.
"Derhal babana haber ver. Hemen!"
Koridora indiğimde Draco ve diğerleri ile karşılaştım.
"Babamlara haber vermeliyim hemen döneceğim. Siz binaları ve diğer Profesörleri uyandırın biriniz de Dumbledore'la kalsın. Harry sen benimle gel." Dedim. Draco başıyla onay verince Harry arkamda ilerlemeye başladım.