OYUNLAR

144 15 4
                                    



KISIM 1

"OYUNLAR"


Kendi çığlığımla uyanıyorum.

Bu günün anlam ve önemine dikkat çekecek olursak, hiçte iyi bir başlangıç olmuyor. Alnımdan ter fışkırıyor. Banyoya gitmek için ayaklandığım sırada, kapım şiddetle çalınıyor. Saate bakıyorum. 8:15. Bu da demektir ki, arenaya bir buçuk saat kadar var.

Ayaklarım birbirine dolaşıyor ancak sonuna kapıya varıyorum. Karşımda, stilistim Spencer duruyor. Dudakları bir çizgi gibi gerilmiş. Hemen toparlanıp, kendime çeki düzen vermeye çalışıyorum ancak ne kadar sefil bir durumdaysam, Spencer gülüyor. Sonra, tekrar o gergin maskeye dönüşüyor.

"Giyin," diyor aşırı üzgün bir sesle. "Hazırlanman için..." Saatine bakıyor. "15 dakikan var. Başladı."

Ve odadan çıkıyor. 15 dakika. Dolabı hızlıca programlıyorum. Aslında, ne giyersem hiçbir önemi olmayacak çünkü zaten tertemiz bir paket içinde, arenada giymemiz için özel kıyafetler takdim edilecek. Bu yüzden, yeşil bir pantolon ve siyah bir tişört giyiyorum. Fiskosumun üzerinden Carmen'ın kulpunu ve savaşçı kolyemi alıp, kolyeyi boynuma takıyorum. Kulp cebimdeki yerini alıyor. Banyoya girip alnımdaki teri temizliyorum ve dişlerimi temizliyorum. 15 dakikam doluyor ve Spencer kapıyı tıklatıyor. Ona cevap veriyorum ve birlikte odamdan çıkıyoruz. Eğitim Merkezi'nin yeraltına inene kadar konuşmuyoruz. Sonra, bir hava aracının geldiği haber veriliyor ve sessizlik içinde hava aracına yürüyoruz. Çıt çıkmıyor. Yalnızca arada bir, Spencer iç geçiriyor.

Hava aracına olan yolculuğumuz, sandığımdan daha uzun sürüyor. Aşağı bir merdiven sarkıtılıyor. Merdivene adım attığım an, bir akım beni merdivene yapıştırıyor ve yukarı çekiyor. Çekilme sırasında ellerimi oynatmaya çalışıyorum ancak nafile. Hava aracına binene kadar hareketsizliğim sürüyor. Araca adım attığım an, midemin bulanmasını bekliyorum ancak araş sanki gökyüzünde süzülmüyor gibi hareketsiz. Aracın koridorunu geçiyor ve 23 çocuğun bir araya toplandığı odaya geçiyorum. Hepsi, metal mavi sandalyeleri oturup, kemerlerini bağlamışlar. Sadece Katniss Everdeen'in yanı boş. Öfkelenmeyi veya hırs yapayı bekliyorum ancak sanki içim vakumlanmış gibi. Tek bir duygu hissetmiyorum. Onun yerine, küçük pencereden dışarı bakıp, kuşları seyrediyorum. Özgürler. Bir kaç saat içinde, kan görmek zorunda değiller. Ya da birini öldürmek. Derin bir iç çekip, 12. Mıntıkanın kızına vahşet dolu bir gülümseme atıyorum ve dik dik çocuklara bakıyorum. Ben çocukları seyre dalmışken, bir kadın elinde uzun bir iğneyle geliyor ve hareketsiz durursam, az acıyacağını söylüyor. Hareketsiz mi? Adeta bir heykele dönüşüyorum. Ancak bu bile iğnenin koluma girerekenki acısını engelleyemiyor. "Bu nedir?" diye mırıldanıyorum. Kadın, tekdüze bir sesle cevap veriyor. "İz sürücü. Arenada sizi takip edebilmemiz için." Demek, nerde olursam olayım beni takip edebilecekler. Nereye gidersem. Derin bir iç daha çekip, arkama yaslanıyorum. Arenaya bırakılacağımız odaya gelmek, 45 dakikamızı alıyor. Sonunda hava aracından indiğimizde, uzun bir yol katedip, arenanın altındaki odalara dağılıyoruz. Oda küçük bir dolabı andırıyor. Spencer, arkamdan gelerek, arenada giyeceğim kıyafetlerin olduğu poşedi yırtarak açıyor ve giyinmeme yardım ediyor. Bir ceket. Evdekilere çok benzeyen bol, keten bir pantolon. Kahverengi tişört. En sevindiğim nokta, çizmeler oluyor. İnsanın ayağında köpükten bir terlik varmış hissini veren bu çizmeler, kurtarıcım olabilir. Yumuşacık deriden yapılmışlar. Koşmak için ideal. Saçlarımı at kuyruğu yapıp, kuyruğa tek tek toka geçiriyorum. Ceketimin kapüşonunu başıma geçirip, etrafımda dönüyorum. Ceket, her türlü ısıyı yansıtacak şekilde planlamış. Çizmelere de bakılırsa arena, çokta sıcak bir yer olmayacak.

Spencer, önceki pantolonumun cebinden Carmen'ın kulpunu çıkarıyor. Tamamen unutmuştum. Kulpu cebime atıyorum. "Nasıl izin verdiler?" diyorum merakla. Arenada, haraçların üzerinde olan herhangi bir şey haksız avantaj sağlayacağı için, genel olarak izin verilmiyor ancak anlaşılana göre bu minik kulp, bir tehlike oluşturmamış. "Biraz zor oldu. 1. Mıntıkadaki kızın yüzüğünü çevirince içinden zehirli bir iğne çıkıyormuş. Kız yüzüğün iğneye dönüştüğünü bilmediğini söyledi ama tabii ki kimse ona inanmadı. Neyse. Dön bakalım." Demek Glimmer, yüzüğü bahane ederek, hepimizi iğneyle deşmeyi düşünüyordu. Enobaria'nın söylediklerini hatırlıyorum. İttifaklar sonsuza kadar sürmez. Ve o an, Enobaria, Brutus ve hazırlık ekibimle vedalaşmadığımı fark ediyorum. İçimde bir boşluk oluşuyor ancak şimdi sırası değil. Boşluğu, içimdeki olumlu şeyleri toparlayarak kapatıyorum ve çevremde dönüyorum. Spencer onay verir gibi mırıldanıyor. "Bir şeyler yemek ister misin?" Hevesle başımı sallıyorum çünkü ilerleyen saatlerde, Capitol yemekleri gibi iyi yemeklerle karşılaşamayabilirim. Bu yüzden, önüme gelen her şeyi silip süpürüyor; ayriyeten bir porsiyon daha yiyorum. Su kaynağı bulana kadar susuzluk çekebilirim. Vücudumun suya çok ihtiyacı olduğunu bildiğim için, 4 bardak kadar suyu mideme indiriyorum. Dilimden aşağı kayan sıvının tadını çıkarıyorum. Yemek bittikten sonra, sessizlik kulaklarımızı dolduruyor. Sessizlik. Bir oda, iki kalp dolusu sessizlik.

"Son, 20 saniye." diyor bir kadının sesi tane tane. Spencer'ın ellerine yapışıyorum. Yardım ister gibi bakıyorum. Heyecan ve korku tüm bedenimi sarıyor. Son, 10 saniye."

Ayağa fırlayıp, bir bardak daha su içiyorum. Spencer buğulu gözlerle beni izliyor ama hala çıt çıkmıyor.

"Son 5 saniye. Lütfen plakanıza geçiniz."

Spencer da ayağa kalkıp, kaslı kollarıyla beni sarıyor. "Bahis oynasaydım, paramı sana yatırırdım. Bu genç ve güçlü bir savaşçı olan, Barış Muhafızı için." Ona sıkıca sarılıyorum. "Lütfen plakanıza geçiniz."

Bir alarm ötmeye başlıyor ve Spencer beni metal plakaya sokuyor. Bir cam üzerime kapanıyor. Spencer iki parmağını çenesinin altına vuruyor. Çenemi kaldırıp, omuzlarımı geri atıyorum. Stilistim, baş parmağını kaldırıyor ve ben ona son kez veda edemeden, metal plaka yukarı çıkmaya başlıyor.


MINTIKA 2/ CLOVEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin