YANGIN!

145 14 3
                                    

Yola çıkmak için hazır olduğum için çok şanslıyım çünkü müttefiklerim daha ne olduğunu anlayamadan ben alevlerin tam tersi istikamete, ormanın kuzey batısına doğru koşmaya başlıyorum. Müttefiklerimin ayak sesleri peşim sıra geliyor ancak ben hiçbir şeyi umursayacak durumda değilim. Yoğun bir is ve duman kokusu önümü sis perdesi gibi sararken kapüşonumu başıma çekip, iplerini sarsak parmaklarımla bağlıyorum. Tişörtümü burnuma çekip, kendime incecikte olsa bir maske yaratıyorum.

Ormanın yirmi metre kadar içine girdiğimde alev alev yanan devasa bir ağaç önüme devriliyor. Son anda manevra yapıp, ağaçtan kurtuluyorum ancak bu defa sol yanıma bir ağaç konduruluyor. Sağ tarafımında alevlerle kaplı olduğunu görüyorum. Ağacın üzerinden atlamaktan başka çarem yok. Duman dolayısıyla beynim çok ama çok yavaş işliyor ancak yerden yeterince yükseğe zıplayamayacak kadar sersemlemiş değilim. Ağacın üzerinden atladığımda ormanın içine doğru koşmaya devam ediyorum. Geri dönemem. Midem nasıl bulanıyorsa beynimde o şekilde bulanıyor. Büyük bir koruluğa geldiğimde midemde ne var ne yok kusuyorum. Duman dolayısıyla öğürmelerim gittikçe artıyor ve bedenim isterik hareketlerle kasılıyor. Yine de durmuyorum. Üzerime gelen elma büyüklüğündeki bir alev topundan son anda kaçıyorum. Odaklandığımda, müttefiklerimin çığlıklarını duyuyorum. Cato'nun çığlığı duyulmuyor. Ormanın bir yerlerinde yanıyor olabilir mi?

Duman yutmayı göze alıp, tişörtümü aşağı indirip, canhıraş bağırıyorum. "Cato! Cato?!"

Yüksek perdeden bir erkek iniltisi geliyor ancak ona ulaşamayacak kadar uzaktayım. Alevler isterik hareketlerle üzerime kapanmaya devam ediyor. Maskemi tekrar burnuma çıkarıyorum ve tam o anda bir alev topu sol kolumu yakıyor. Kolum alev alev yanıyor!

Kendimi yırtarak, canhıraş bağırmaya başlıyorum. Hayatımda duyduğum en büyük acı tüm bedenime yayılırken, kendime pes etmemem gerektiğini hatırlatıyorum ancak sol kolum yanmaya devam ediyor. Ceketimi çıkarıp, koluma bastırıyorum. Alevler sönüyor ancak kolum hala çok acıyor. Canhıraş çığlıklar atmaya başlıyorum. Üçüncü alev topu aşırı hızlı bir şekilde üzerime gelirken, kılpayı kurtuluyorum demek az kalır. Alev topu arkamdaki kusmuk dolu koruluğa isabet etmeden bir kaç salise önce kurtuluyorum. Ancak dördüncü alev topu ayakkabıma isabet ediyor. Ayağımı çığlıklar atarak yere sürterken, alevleri söndürmeyi başarıyorum. Ve beşinci alev topu tam üzerime gelirken kaçamayacağımı anlayıp, kendimden geçiyorum. Aynı anda, artık bitti, buraya kadarmış, gibi şeyler düşünürken biri üzerime kapaklanıyor. Bir bıçak saplanması, bir mızrak acısı bekliyorum ancak duyduğum tek şey yoğun bir is kokusu ve sıcaklık oluyor. Gözlerimi açıp, kirpiklerimin üzerine dökülmüş sarı saçlara bakıyorum. Cato!

Kollarımı ona sarıp, korumak ister gibi ellerimi gözlerine siper ediyorum. Alevler büyük bir hızla çoğalırken, Glimmer'ın çığlıklarını duyuyorum.

"İyi misin?" diyor Cato boğuk bir sesle. Başımı sallayıp, kollarımı ona daha sıkı sarıyorum. Ve tam o anda bir alev topu, Cato'nun sırtına isabet ediyor. Hayatımda duyduğum en büyük erkek çığlığı, Cato'nun boğazından yükselip isli havaya karışıyor. Altından çıkıp, geyik dersini sırtına vurduruyorum. Alevler büyük ölçüde sönüyor ancak Cato hala haykırıyor. Sarsak parmaklarımla, çantamdan suyu çıkarıp, Cato'nun sırtına boca ediyorum ve kendi yüzümü yıkıyorum. Cato bir oh çekiyor ve sonra ayağa kalkmaya çabalıyor. Ona yardım etmeye çalışıyorum ancak alevler hala üzerimize geliyor. Grass'ın çığlığını ve Marvel'ın haykırışlarını duyuyorum. "Marvel! Marvel!"

"Clove!" Marvel haykırışları artık çok daha yakından geliyor. Yanımıza ulaştığında, büyük bir ağaç dalının önüne düşmesiyle durmak zorunda kalıyor. Alevler hızla Marvel'la önümüze bir duvar örüyor. Gittikçe yoğunlaşan duman yüzünden, tekrar öğürmeye başlıyorum. Ağaçtan kopan parçacıklar üzerimize yağıyor. Gecenin çökmesiyle tüm orman kırmızı ve sarı ışıklarla aydınlanıyor. Bir kızın çığlıklarını duyuyorum. Çantamdan matarayı çıkararak yarısını kendi üzerime, yarısını Cato'ya boşaltıyorum. Alev topu sürüsünden ustalıkla kaçarken Cato öğürmeye başlıyor ve nihayet, alevler doğal olmayacak şekilde azalıyor. Sonunda bittiğinde Marvel Cato'yu yerden kaldırarak, omzuna tutunmasını sağlıyor. Glimmer çığlıklar atmaya devam ediyor. Gözlerim Peeta ve Grass'ı arıyor ancak hiçbir şey göremiyorum. Marvel Cato'yu sarsak bacaklarıyla kampa taşımaya çalışıyor ancak bana yardım edecek kimse yok. Adım atıyorum ve attığım an düşüp, ellerimi bir küllüğe daldırıyorum. Boğazımdan ikinci bir çığlık koparken az hasar almış olan Grass yardımıma koşuyor. Doğru ya. O göldeydi ve üzerinden damlayan sulara bakılırsa gölden yeni çıkıp, bize yardım etmeye gelmiş. Bir can simidine tutunur gibi Grass'ın yakalarına yapışıyorum. Benden daha iri ve uzun olduğu için beni kaldırmakta zorlanmıyor. Ağır ağır ilerliyoruz ancak daha yolun yarısına bile gelmeden Grass nefes nefese kalıyor. Ona bunu yaşattığım için suçluluk duygusuyla kaplanıyorum. Neredeyse kucağına çıkmış olduğum için inmem biraz zor oluyor ancak iniyorum. Grass itiraz edemeyecek kadar yorgun. Ayağa kalkıp, tekrar adım atmaya çalışıyorum ancak yapamıyorum. Yapamıyorum. Yapamıyorum.

Ellerim vücuduma göre çok az hasar almış olduğu için dizlerimin üzerine çöküp, yaralı bir köpek yavrusu gibi ilerliyorum. Sol omzum feci şekilde acıyor ancak alevler tekrar baş göstermeden kendimi kampa atmam gerektiğini biliyorum. Grass sersemlemiş bir halde öksürmeye başlıyor ve sonra öğürerek, neredeyse üzerime kusuyor. Kusmuk birikintisinden yayılan keskin, iğrenç koku nedeniyle kusmamak için kendimi zor tutuyorum. Midemde hiçbir şey kalmadığı için, bir kaç saate kalmadan açlık hissedeceğim ve bizim karnımızı tam anlamıyla doyurabilen varlıklar, ormanın yangın olmayan kısımlarına kaçtılar. Cornucopia'ya yaklaşırken, oranın da yanıp kül olmaması için dua ediyorum. Dualarım kabul oluyor. Erzaklarımız, hiçbir şey olmamış bir halde bıraktığımız gibi duruyor. Grass güç bela yanıma gelip, ağzından akan iğrenç yapışkan salyayalarını koluna sildiriyor ve sersem sersem kampa koşuyor. Çok yavaş ilerlemek zorundayım çünkü sol omzumun berbat durumda olduğuna neredeyse eminim. Oldum olası yanıklardan nefret ederim. Kemiğe kadar yanmamış olmasını umarak, ilerliyorum. Yüzüme bir serinlik hissi geliyor ve ellerimi yanaklarıma götürdüğümde, sırılsıklam olduğunu görüyorum. Emeklemeye başladıkça gözlerimden yaşlar fışkırıyor. Daha fazla devam edemem. "Markus!" diye bağırıyorum erzaklara doğru. Çocuk bir süre etrafına bakınıyor. "Markus!" Beni görünce gözleri faltaşı gibi açılıyor ve hemen sonra koşmaya başlıyor. Görünüşe bakılırsa, alevlerden o da nasibini almış. Zira kollarında pembe kabarcıklar var. "Erzaklar arasında ilaç buldum." diye açıklama yapıyor korka korka. Ve sonra beni kollarımdan kaldırıp, kampa gitmeme yardımcı oluyor. "İlaçları getir." diyorum otoriter çıkamayan sesimle. Çocuk koşarak erzaklardan bir kaç kutu ilaç getiriyor. Müttefiklerimin hiçbiri ne olduğunu anlayamadan ben ilacın büyük kısmını avuçlarıma alıp yoğun kıvamını sol omzuma yayıyorum. Yarama bakmaya cesaretim yok. İlaç omzumla buluşur buluşmaz, içimi büyük bir rahatlama sarıyor. Bir oh çekip, incecik bir katta ellerime sürüyorum. Sol omzum dışında hiçbir yanığım yok. Ancak pantolonumu sıyırıp, burktuğum yere baktığımda sargının kanla kıpkırmızı olmuş olduğunu görüyorum. Sargıyı çözüp, sorunun ne olduğunu görmeye çalışıyorum ancak kandan başka bir şey yok. Bezin temiz tarafıyla kanı temizleyip, yaraya bakıyorum. 5 santimetre uzunluğunda olduğunu sandığım bir diken, bacağıma saplanmış. Acısını duymamış olmalıyım çünkü öyle bir acı hatırlamıyorum. Bacağımı sıkıp dikeni çıkarıyorum. Diken, gerisinde uzayan, yapış yapış bir kan pıhtısı götürerek bacağımdan ayrılıyor. Hayatım boyunca bu tür şeylerle uğraştığım için, serinkanlılıkla başka bir bez bulup, bacağıma sarıyorum. İkinci bezde kan içinde kalıyor ancak başka bir bez, malzeme israfından başka bir şey olmaz. Yaralarımın geri kalanına bakıyorum. Ellerimi yüzüme götürdüğümde, sert bir şeyler hissediyorum. Üzerimize yağan köürleşmiş ağaç parçacıklarının birinin yüzüme isabet ettiğini sanıyorum ve tam o an, kafama dank ediyor. Cato hayatımı kurtardı!

Başımı kaldırıp, çadırda olanlara bakmaya çalışıyorum ancak hepsi ilaçlara çullandığı için bir şey göremiyorum. Yavaşça ayağa kalkarak bir sopa buluyorum ve sopaya tutuna tutuna çadıra varıyorum. Catonun su kabarcıklarıyla dolu pembe eti, karşımda duruyor. Her zaman yanıklarla haşır neşir oldum ancak bu kadarı, midemi ağzıma getiriyor. Ellerimle ağzımı kapatmamak için kendimi zor tutarak, cebimden bir yanık kremi çıkarıp, Cato'nun sırtına yayıyorum ve sonra kulağına eğilip, teşekkür ediyorum. Cato inlemeyle karışık bir ses çıkarıyor ancak ne dediğini anlayamıyorum. Grass ve Marvel az hasar almış görünüyorlar ancak Glimmer'ın parmaklarında hasar varmış gibi görünüyor. Peeta Mellark ise ateşlere sağ baldırını kaptırmış. Hepimiz, acıdan kurtulma isteğiyle ilaçlara saldırıyoruz. Uyku tulumumun içine yatamayacak kadar sıcaktan korkuyorum. Onun yerine çadırın bir köşesine büzüşüp, geyik kürkünü üzerime örtüyorum. Bıçağımın soğuk dokusu ellerime iyi geliyor. Gözlerim kapanırken, her an üzerime bir ateş duvarı kapanacakmış gibi geliyor.

MINTIKA 2/ CLOVEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin