ARILAR

162 14 0
                                    

Vızzzzz! Vızzz! Vızzzz! Neler oluyor? Bu, bir kaç sineğin bir araya gelip oluşturdukları o tembel ses değil. Gözlerimi aralayıp etrafıma bakıyorum ve onu görüyorum. İçimi bir dehşet kaplıyor. Biz iz sürücü arı kovanı bizden 1 metre yükseklikte bir dala takılmış bir biçimde duruyor. İçinden hızla arılar boşalıyor. Kendime mani olamayarak, canhıraş çığlık atıyorum. Ancak artık çok geç. İlk acı dizimin arka kısmından beni yakalıyor. Zehir vücuduma dağılmaya başlarken, kaçmazsam öleceğimi anlıyorum. Çığlıklarıma müttefiklerim uyanıyorlar. Cato ani bir sıçrayışla yattığı yerden kalkıyor ve koşmaya başlıyor. Ancak ben onun kadar şanslı değilim. İkinci bir arı beni boynumun sağ kısmından sokarken çığlıklarım artıyor. Koşmaya başlıyorum ancak sokulan dizimin acısı beni büyük ölçüde yavaşlatıyor. Marvel sersemlemiş bir halde göle doğru koşuyor ve ben "Göle! Göle!" diye haykırıyorum. Üçüncü acı beni kulağımın arkasından yakalarken çıldırıyorum. Depara kalkıp, göle doğru atılıyorum ve bileklerime kadar suya gömülene kadar, göle ulaştığımı fark edemiyorum. 2. Mıntıkada bol miktarda iz sürücü arı kovanı bulunmadığı için ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Kendimi tamamen suya bırakırken arı zehrinin içimde dolaştığını hissediyorum. Gözlerim Grass'ı arıyor. Ancak göremiyorum. Zehirden dolayı sersemleyerek ileri baktığımda, bir zamanlar Glimmer olan o et yığınını görüyorum. Evet, Glimmer, Açılış Töreninde nefes kesici tuniği ve mülakatlarda mükemmel elbisesiyle nefes kesen o kız, patlayan yumrularının oluşturduğu yeşil bir gölün içinde isterik hareketlerle sağa sola savruluyor. Bir kaç dakika sonra tamamen durup, kaskatı kesiliyor. Kusmamak için kendimi zor tutuyorum. Eklemleri neredeyse 3 katına çıkmış. Patlayıp duran yumrulardan yeşil bir şeyler sızıyor. Ve o anda, bende kendime engel olamayarak sağa sola savruluyorum. Gölden çıkamazsam boğulacağımı anlayacak kadar kendimdeyim. Hızla gölden fırlayıp, kampa yürümeye çabalıyorum ancak gördüğüm şeyler beni durduruyor. Ağaçlar eğilip bükülüyor ve üzerime kapaklanıyorlar. Bir çığlık atıp kendimi ağaçların arasından kurtarmaya çalışıyorum. Ayağım bir şeye takılıyor ve o şeyin 8. Mıntıkadaki kızın kesik kafası olduğunu görüyorum. Beynim işlevini yitiriyor. Bir kelebek büyüyüp büyüyüp ev kadar oluyor. Çimenler kana dönüşüp bacaklarımdan akıyor. Bir tavşan elindeki bıçakla bana saldırmaya çalışan Thresh'e dönüşüyor. Sonra zevzekuşları üzerime saldırıyor ve ben kendimden geçiyorum. Devamlı uyanıp her uyandığımda da kendimi daha korkunç bir dehşetin içinde bulduğum bir kabus görüyorum. Arı zehri, beyninizin en korkunç işlevlerini harekete geçiriyor. Daha ne kadar kendi ölümümü göreceğim? Daha ne kadar Tate çalıştığı silah treninin altında kalacak? Gözlerimi açıp doğruluyorum ve ellerime, zevzek kuşları tarafından parçalanıp parçalanmadıklarına bakıyorum. Görünüşe bakılırsa kuşlar, bir halüsinasyondan ibaretmiş. Bacaklarımı uzatıp kalkmaya çabalıyorum ancak her hareketimde vücudumu müthiş bir acı kaplıyor. Bir kaç saat hareketsiz yatıp, çadırı izliyorum.Çadır mı? En son hatırladığım anıya göre, bir çukurun içine yuvarlanıp zevzek kuşlar tarafından parçalanmıştım. Beni buraya, muhtemelen Grass taşıdı. Bir kaç saattir dimdik yattığım için kaslarım biraz daha iyileşmiş durumdalar. İşin garip tarafı, kendimi bir hayli dinlenmiş hissediyorum. Bundan ötürü doğrulup, oturmayı başarıyorum ve etrafıma bakıyorum. Marvel, hala bizimle. Glimmer'ın öldüğünü görmüştüm, ancak bunun bir halüsinasyon olduğunu sanmıştım. Anlaşılan, ölümü halüsinasyon değilmiş. Uyku tulumu hala burada, ancak kendisi yok. Marvel'ın Cato'nun peşi sıra göle atladığını biliyorum ancak onu göle atladıktan sonra hiç görmedim. Başımı çadırdan çıkarıp, etrafıma bakındığımda onun tüm vücudunu çamurla kaplamış olduğunu görüyorum. Yanına gitme cesaretini kendimde bulduğumda ayağa kalkıyorum ve sendeleyerek ona doğru yürümeye başlıyorum. Yaklaştıkça, Marvel'ın vücudundaki portakal büyüklüğündeki yumruları görüyorum. İğneleri tek tek çıkarıyor ve yumruları sıkarak, içinden yeşil bir sıvı çıkmasını sağlıyor. Kusmamak için dudaklarımı birbirine bastırıyorum. Gözlerim, Peeta, Cato ve özellikle arkadaşım Grass'ı arıyor. "Cato nerede?" diye soruyorum Marvel'a. Sanki geldiğimi yeni fark etmiş gibi hayretle bana dönüyor. "Ava çıktı. Birazdan geri gelir." Yutkunuyorum. "Diğerleri?" Marvel gerçek bir hayretle bana bakıyor. "Diğerleri mi? Grass, Glimmer ve Peeta'dan mı bahsediyorsun?" Başımı sallıyorum. "Glimmer'ın öldüğünü gördüm." Marvel göle bir taş atıyor. "Arkadaşımdı." Sonra omuz silkip, burnunu çekiyor ancak üzüldüğünü görebiliyorsunuz. "Peki ya, Grass?" Marvel birden öfkeyle bana dönüyor. "Dalga mı geçiyorsun? Ölümünü görmedin mi? Nehre ulaşamadan, sazlıklar arasında can verdi. Yüzlerce arı tarafından sokulmuş olarak." Suratıma bir yumruk yemişe dönüyorum. Kendimi toparlamam en az 10 dakikamı alıyor. Ölümünü görmedin mi? Nehre ulaşamadan, sazlıklarda can verdi. Yüzlerce arı tarafından sokulmuş olarak. Boğazıma bir şeyler takılıyor. Zorlukla yutkunup, umursamaz gibi davranıyorum. Eğer etrafta hummalı bir çatışma yoksa, kariyerlerin yüzü ekrana yansıyor demektir. Kendime çeki düzen verip, Grass'ı o şekilde hayal etmemeye çalışıyorum ancak bunun için bile inanılmaz çaba harcamam gerekiyor. Derin bir nefes alıp, Peeta'yı soruyorum. "Cato onu yaraladı," diyor. "Biz tam Katniss'e saldıracakken, Aşk Çocuğu Katniss'in kaçmasına yardım etti." İçimden bir kahkaha dalgası yükseliyor. Aşk Çocuğu, asla bize yardım etmemiş demek. Dudaklarımdan hafif bir gülücük kaçmasına mani olamıyorum. Marvel ters ters bana bakıyor. Cato geldikten sonra kayıplarımızdan bahsetmeyip, yemek yiyoruz. Takip eden iki gün boyunca yaptığımız tek şey avlanmak,yemek yemek ve öldürüp öldüremeyeceğimiz haraçlar üzerinde bahis oynamak oluyor. 3. günün sonunda Cato, ayağa kalkıp Marvel ve beni çekiştiriyor. "Hey, hey! Şuraya bakın!" Marvel ve ben, heyecanla sığınaktan çıkıp, Cato'nun işaret ettiği yere bakıyoruz. Markus erzakların yanından koşarak yanımıza geliyor. Bir duman. Bu, insan elinden çıkma, muhtemelen et pişirmek için yakılmış bir ateş. Cato ve Marvel hırıldayarak ve sevinçle haykırarak silahlarını kuşanıyorlar. Bende bıçaklarıma bakıyorum ve hatırı sayılır derecede azalmış olduklarını görüyorum. Nerede kaybettim acaba? Arıların zehrinden kaçmaya çalışırken düşürmüş olmalıyım. Erzak zulamıza ilerleyip, bubi tuzağını aşinası olduğum dansı yaparak aşıyorum ve sırt çantama bir kaç somun ekmek, kurutulmuş et ve bir çok meyve dolduruyorum. Müttefik sayım 5'ten 2'ye düştüğü için, Enobaria'nın söyledikleri aklıma gelip duruyor. İttifaklar sonsuza dek sürmez. Son elmayı neredeyse yere düşerken yakalıyorum. Çantama bir küçük somun koyduktan sonra nihayet bıçak zulasını buluyorum. 20 kadar bıçak öylece bana bakıyor. İttifaklar sonsuza dek sürmez. Ben bıçak takviyesi yaparken, müttefiklerimin kendi aralarında tartıştıklarını görüyorum. "Markus bizimle gelecek mi?" diyor Marvel çocuğa bir bakış atarak. Cato "Geliyor," diyor. "Buradaki işi hallediliyor zaten. Kimse erzaklarımıza el süremez.""Peki ya aşk çocuğu?" "Size onu unutmanızı söylemekten dilimde tüy bitti. Onu nerede kıstıracağımı iyi biliyorum." Gözlerimi müttefiklerimden ayırıp, bıçaklardan 8-9 tane kapıyorum ve bir kısmını ceketimin içine, kalan kısmını da çantamın içine yerleştiriyorum. Duman gittikçe artarken Marvel ve Cato'nun coşkusu da katlanarak artıyor. Erzaklarımın tamam olduğuna karar verdikten sonra sırtıma asıp, oğlanları takip ediyorum. Dumanı gözden kaybetmemeye çalışarak ormanın içine ilerliyoruz. Sonunda ateşin yanına vardığımızda sevinçle bir haraç görmeyi bekliyoruz ancak hiçbir şey yok. Düzgünce istiflenip tutuşturulmuş yapraklar öylece bize bakıyor. Ve sonra hemen ilerideki ikinci dumanı görüyoruz. Sorgulayamayacak kadar coşku ve merak doluyuz. İkinci ateşe doğru koşmaya başlarken bir patlama duyuluyor. Önceleri top atıldı sanıyorum ancak top asla bu kadar yüksek sesle atılmaz. Sonra bir patlama daha. Patlamalar peşi sıra ilerlerken Cato durup, gökyüzüne bakıyor ve sonra dumanı görüyoruz. "Bu ne be?" diyor Marvel öksürerek. "Şimdi de mayın mı döşe-" Gözlerimiz, aynı anda faltaşı gibi açılıyor. Mayın! Arenadaki tek mayın, erzaklarımızı koruyan mayın ama görünüşe bakılırsa artık korumaktan çok, mahvedilmeye programlanmış gibi. Cato öfkeyle böğürerek koşmaya başlıyor ve biz de peşi sıra koşuyoruz. Nihayet kamp alanına vardığımızda burnumuza yoğun bir duman kokusu geliyor.Çantamı doldurduğum için çok ama çok şanslıyım çünkü gördüğümüz manzara hepimizi şoke ediyor. Bir zamanlar erzaklarımızın olduğu yerde artık közlenmiş bir yığın duruyor. Cato deliriyor. Öfkesi o kadar abartılı ki ekrandan görüyor olsaydım, gülebilirdim. Ancak gülmüyorum. Erzaklarımızın yok olması demek, kendi başımızın çaresine bakmamız gerektiğinin habercisi. Birden Cato, Markus'a dönüp bağırmaya başlıyor. Markus, görevini tam yapmış. Bu da Cato'nun aklına gelmiş olacak ki çocuk tam kaçmaya yeltenirken, çocuğun boynunu kollarının arasına alıyor ve çeviriyor. Ve işte bu kadar... Markus'un ölümü. Cato elleriyle gökyüzünü işaret edip, bombacının kim olduğunu göreceğimizi söylüyor. Beklemeye başlıyoruz. Güneş yavaş yavaş batmaya başlıyor. Cato erzakların arasına gidip, işe yarar bir şey olup olmadığına bakıyor ancak hiçbir şey bulamıyor. Cebinden bir kibrit çıkarıp, kuru dalları tutuşturuyor. Hepimiz, ateşin çevresine toplanıyoruz. Capitol marşı gökyüzünü kavrıyor ve bir marş kulaklarımızı dolduruyor. Ardından, öldürdüğümüz 10. Mıntıka çocuğun yüzü gökyüzüne yansıyor. Demek bombacı hayatta. Cato rahatsızca kıpırdanıyor. "Avlanmamız gerek." diyor ciddiyetle. Bu defa insanlardan bahsetmiyor. Evet, biz kariyerler, avlanmak için ormana giriyoruz. Rüzgar tam ters istikamette estiği için avlanmak hiç kolay olmuyor. Oyunkurucuların havaya soğuk hava püskürttüklerine neredeyse eminim. Ancak sonunda bir kaç hindi ve bir tavan vurmayı başarıyoruz. Hindiler o kadar küçükler ki dişimizin kovuğuna gitmiyor. Yine de diğerlerinden çok daha şanslı olduğumu biliyorum çünkü ısıyı yansıtan sırt çantamın içindeki somunlar hala ılık bir şekilde yatıyorlar.Hayatımda ilk defa karnım aç bir şekilde uyku tulumumun içine girip, uzanıyorum. Karnımda ziller çalıyor ancak kendimi aç olmadığıma inandırmaya çalışıyorum. Sağa sola hareket ettikçe arıların yarattığı şişlikler acıyor. Bıçağıma uzanıp, en çok acıyana, boynuma bıçak bastırıyorum. Metalin acıyı aldığını duymuştum. Acı az da olsa hafifliyor. Tulumun içinde büzüşüp, gözlerimi yumuyorum.

MINTIKA 2/ CLOVEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin