Evet, biraz çabuk olduğunun farkındayım ancak bunu yapmak zorundaydım. Bıçaklarla Oynayan Kız, ciddi anlamda hissederek yazdığım ilk hikayemdi. Ve bu serüvende harika fikirleri ve ve müthiş desteğiyle bana yardımcı olan Lovely_Joshh ve güzel yorumlarıyla, onun da gerçekten okuduğunu ve hissettiğini, beni anladığını hissettiğim DelphineChannel'a binlerce teşekkür...
Günler birbirini kovalıyor. Cato ormana giriyor, avlanıyor. Ben hayvanları yenilecek duruma getiriyorum. Yemek yiyor, susuyor ve uyuyoruz. Arenanın kaçıncı gününde olduğunu sayamadığım bir günde, olağan dışı bir şekilde trompeler çalmaya başlıyor. Bu, bir ziyafetin ya da kural değişikliğinin habercisi. Kural değişikliği mi? Kafam karışıyor. İlk gün metal plakalarımızdan çıkmamamızın ve birbirimizi yemememiz dışında hiçbir kural yok ki. Yine de durup, dikkat kesiliyorum. Cladius Templesmith'in sona kalan 6 oyuncuyu tebrik eden coşkulu sesi her yeri kaplıyor. Ardından, konuşmasına devam ediyor. "Yeni kuralımıza göre, aynı mıntıkadan olmak şartıyla her iki haraçta galip sayılacak. Başarılar. Şans daima sizinle olsun!" Ardından bitiyor. Bir süre, büyülenmiş bir şekilde gökyüzüne bakakalıyorum. Ardından, coşkuyla haykırıyorum; "Cato!" Cato sıçrayarak uyanıyor. Onu dürtüp, gökyüzünü işaret ediyorum. Anlamayan gözlerle bakıyor ancak Claduius, anlamadığımızı idrak etmiş gibi, kural değişikliğini tekrar ilan ediyor. Cato bir süre bana bakıyor ve sonra gülmeye başlıyor. Her güldüğünde dudağının sol tarafı seğiliyor ve ben o görüntüya bakakalıyorum. Sonra o susuyor ve benimde gülümsemem güneş gibi sönüyor. Bir kaç saniye daha birbirimize bakıyoruz ve sonra Cato, beni kendine çekiyor. Bedenimi onun sert bedenine dayayıp kollarımı ona sarıyorum ve yüzümü boynunun girintisine gömüyorum. Harika, kimse ölmek zorunda kalmayacak. "Kutlama yapalım!" Dün geceden kalma büyük bir hindi budunu közleyerek midemize indiriyoruz. But ağzımda dağılırken içime bir mutluluk dalgası salgılanıyor. Cato günler sonra ilk defa neşeli görünüyor. "Seni öldürmek zorunda kalmayacağım." diyor keyifle ve saçlarımı karıştırıyor. Bir süre saçlarımı onun iri ellerinden kurtarmaya çabalıyorum ancak nafile. Sonunda saçlarımı bırakmaya karar verdiğinde cebimden çıkardığım böğürtlenleri havaya atıyorum. "Açlık Oyunları kutlu olsun..." Cato meyveyi havada yakalayıp, düzgün dişleriyle parçalıyor. "Ve dileyelim ki şans... Sonsuza dek sizinle olsun!" Günlerin acısını çıkaracak şekilde birbirimize hikaye ve fıkralar anlatarak, eğleniyoruz. Ben Tilki Surat hakkında ölüm planları yaparken o Peeta'yı nasıl deşeceğini anlatıyor. İlk kez, gerçekten keyifle gülüyoruz. O artık rakibim değil. Bu düşünce bana öyle büyük bir neşe veriyor ki, kollarının arasında uyumakta hiçbir tereddüt etmiyorum. Ve günler akıp geçiyor. Haraç avlamak için ormana giriyoruz ancak görünürde kimse yok. En büyük rakibimiz olan Thresh'i arama koyuluyoruz ancak ortalarda görünmüyor. Arenada neredeyse rakibimiz yok. Cato, Peeta'nın zor olmayacağın söylüyor. Katniss için doğru yerde doğru silahlarla olursam, benim için çocuk oyuncağı. Geriye Tilki Suratlı kız ve Thresh kalıyor. İkisini de oyunların ilk gününden beri görmediğimi fark ediyorum. "Bir kaç hindi vurabildim." diyor Cato elindeki mızrağını temizleyerek. "Sende ne var?" Ellerimdeki tavşanları gösteriyorum. Yanıma gelmeye yelteniyor ancak bacağını saran iri bir örümcek onu durduruyor. "Bu da nesi..." Örümceği mızrağıyla attırmaya çalışıyor ancak örümcek bacağına daha da sıkı yapışıyor. Bir çığlık koparıp, örümceği bıçağımla yarıyorum. Hayvanın içinden mavi renkli, iğrenç bir svı fışkırıyor ama Cato'nun bacağıdan düşüyor. Cato kurtulmanın verdiği rahatlıkla adım atıyor ancak ilk adımda yere yuvarlanıyor. Örümceğin yapıştığı yerden kanlar fışkırıyor. "Tanrım," diye mırıldanıp, çantamdan sargı bezi çıkarıyorum ancak bez dakikalar içinde kanla kaplanıyor. Kalbim hızla atarken avuçlarımdan ter fışkırıyor. Tanrım, lütfen yürüyebilsin. Lütfen. Cato'nun omzuma tutnmasını sağlıyorum ama benden çok daha ağır. Sarsak ve titrek adımlarla ilerlemeye çalıştıkça Cato acıyla inliyor. Sonunda gayretlerimiz ödüllendiriliyor ve güç bela kamp yerine varıyoruz. Sargı bezi kirlendikçe ben göle gidip yıkıyorum ve bez tekrardan kirleniyor. Saatler boyu, Cato'nun kanamasını durdurmaya çalışıyorum ancak kanama bir türlü durmuyor. Çantamdaki bütün ilaçları ortaya döküp yarasına damlatıyorum ancak hiçbiri işe yaramıyor. Dahası, Cato'nun yüzü gittikçe sararıyor. Çaresizlikle bir sponsorun hediyesini bekliyorum ama gelen giden olmuyor. Hatta bir ara, sponsorlara sesleniyorum ancak kimse gelmiyor. İkinci günün sonunda, sponsorlara yalvarmayı bırakıp Cato'ya yoğunlaşıyorum. Sargı bezi kanı biraz olsun durdurmayı başarıyor ve sonunda, kan tamamen kesiliyor. Ancak Cato bacağını oynatmaya çalıştıkça kan fışkırıyor. Sargısını temizleyip, geyiğin bezini de sargının üzerine bağladığımda trompet sesleri tekrar duyuluyor. Herhangi bir kural değişikliği olamaz. Bu yüzden, bu bir ziyafet olmalı. Ziyafetler, genelde bizi birbirimize düşürmek için verilir ve benimde beklediğim şey tam olarak bu. Grass ve Marvel'ın intikamını almak. Katniss Everdeen'in ölümünü izlemek. Cladius Templesmith'in sesi arenayı kaplıyor ve evet, tam tahmin ettiğim gibi bizi bir ziyafete davet ediyor. İkimizde o kadar aç değiliz. Kayıtsız bir tavırla çadıra geri dönmeye hazırlanırken Cladius tekrar konuşmaya başlıyor. "Şimdi sıkı durun. Bazılarınız davetimi geri çevirmeyi düşünüyor olabilirsiniz. Ancak bu sıradan bir şey değil. Hepinizin deli gibi ihtiyaç duyduğu bir şey. Hepiniz, şafak sökerken, Cornucopia'da sizin mıntıkanızın numarasını taşıyan sırt çantasında bir şey bulacaksınız. Bazılarınız için bu son şans olabilir." Cladius'un kelimeleri aşırı olgunlaşmış meyveler gibi havada asılı kalıyor ve sonra düşüp patlıyorlar. Heyecanla eşyalarımızı toparlıyorum. Eğer yarın burada sağlam bir kavga olacaksa, eşyalarımızın zarar görmesini istemeyiz, değil mi? Çadırın içine geçtiğimde, Cato da en az benim kadar heyecanlı görünüyor. Ayağındaki sargılarını sıkıp, pantolonunu indiriyor. Görünüşe bakılırsa, artık çok daha iyi. "Yürüyebilirim. Yarın bu işi bitirelim." Yürüyebilir ancak savaşabilir mi? Ona şöyle bir bakıyorum. "Pekala. Kampı taşıyalım." Böylece, heyecanla şafağı beklerken kampımızı ormanın içine taşıyoruz. Nasılsa, ona ihtiyacımız olmayacak. Ceketimin içindeki bıçaklara takviye yapıp, bir somun ekmeği ortadan bölüyorum. Yarısını Cato'ya verdikten sonra arasına biraz kuru et dolduruyorum. Cato da aynısını yapıyor. Yemeklerimizi yiyip, botlarımızın bağcığını sıkılaştırıyoruz. Ceketimin önlerini sıkıca kapatıyorum. Bıçaklarımın güvende olduğundan emin oluyorum. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapıp her zamanki modelini veriyorum. Ve o an geliyor. Şafağın sökmesine yaklaşık 10 dakika varken ikimizde yola çıkıyoruz. Cato hafifçe topallıyor ama bu onu engellemez. "Buralardayım," diyor sert bir sesle. "Thresh ya da Peeta'nın gelmesini bekleyeceğim. Arkanı kollarım. Çantayı al, kızları öldür ve..." Bir kaç saniye gözlerimin içine bakıyor. "Hayatta kal." Başımı sallayıp, ona şans diliyorum ve Cornucopia'nın arkasındaki koruluğa sinip, beklemeye başlıyorum. Cornucopia'nın önünde bir masa beliriyor ve hemen sonra 5. Mıntıkanın kızı fırlayıp, çantasını kapıyor. İçimi bir öfke sarıyor. Diğerlerime takılmış durumdayız ama belkide arenadaki gerçek rakibimiz bu kız. Ortaya çıkıp bıçaklarımı hazır ediyorum. Son kez bağcıklarımı sıkıyorum ve hızlı, sessiz adımlarla Cornucopia'ya koşuyorum. Cornucopia'nın köşesini döndüğüm an, arenanın bana ilk hediyesini görüyorum. 12. Mıntıkanın kızı, hızla masaya doğru koşuyor ve çantayı kapıp, kaçmak için benim olduğum tarafa dönüyor. İlk bıçak, kıza doğru vınlayarak ilerlerken Katniss bıçağın yönünü yayın sapıyla değiştiriyor. Ancak ikinci bıçağım isterik vızıltıyla ilerlerken çanta tutma şansı olmuyor. Bıçak, 12. Mıntıka haracının alnını ortadan ikiye yarıyor. Kız, bıçağın hızından dolayı takla atarak geriye savruluyor ve yalnızca usta olan kişilerin yapabileceği bir hızla ok çekip, bana fırlatıyor. Ok sol omzumun üst kısmına saplanırken vücudumda dehşetli bir acı hissediyorum. Acı dalgaalga yayılıyor ancak alev alev yanarken daha fenasını hissettim. Dişlerimi sıkıyorum. Oku çekip, yarama bakmadan kıza koşmaya başlıyorum. İkinci ok yaydan çıkıyor ancak hedef şaşıyor ve ben, içimdeki tüm öfke ve hırsı toparlayarak, adeta avına saldıran bir kaplan gibi kollarımı uzatıyorum ve üzerine atlıyorum. Kız dehşet için sağa sol hareket edip beni üzerinden atmaya çalışıyor ancak bunu yapamaz. Tırnaklarımı koluna batırıp hareketini kesmeye çalışıyorum ancak hissetmemişe benziyor. Bir süre yerde boğuşuyoruz. Üzerime çıkıp küçük elleriyle boğazımı kavrıyor. Ölümümün onun elinden olması fikri beni çıldırtıyor. Kızı kollarımın tüm gücüyle ittirip yana kayıyorum. Ellerimin altındaki ince bedeni hissederek, bedenini sertçe yere çiviliyorum. Altımda çırpınıp kurtulmaya çabalıyor ama başarılı olması imkansız. Ceketimden bir bıçak çekip dudaklarına bastırmaya çalışıyorum ancak o kolumu tutup bunu engelliyor. Elleri kolumdan yüzüme geçiyor ve kafamı geriye ittirmeye çalışıyor. Bunun üzerine o kadar hiddetleniyorum ki uzun ve acılı bir ölümü unutup, bıçağı suratına indiriyorum ama Katniss yana kaçıyor. Kollarını tutup iki yana açıyorum ve dizlerimle omuzlarını bastırıp ellerini çizmelerimin altına sıkıştırıyorum. Ve kazananı önceden belli olan bu mücadeleyi ben kazanıyorum. "Erkek arkadaşın nerelerde, 12. Mıntıka?" diye soruyorum keyifle. "Hala direniyor mu?" Kız korkuyla gözlerime bakıyor ve cevaplandırıyor. "Yakınlarda bir yerde, Cato'nun peşinde." diyor ve ciğerlerinin tüm gücüyle "Peeta!" diye bağırıyor. Yumruğumu gırtlağına bastırıp, sesini kesiyorum. Peeta neredeyse ölü, ancak risk alamam. Eğer iyi durumdaysa, Cato'hyu alt edebilir. Kafamı hızlıca sağa sola çeviriyorum ancak Cornucopia'nın etrafında kuş bile uçmuyor. "Yalancı," diye sırıtıyorum. "O neredeyse ölü! Cato onu nereden vuracağını iyi biliyordu. Kalbi durmasın diye uğraşırken, onu bir ağacın tepesine bağladın değil mi? O minik, şirin çantanda ne var? Aşk Çocuğu için ilaç mı? O ilaca hiçbir zaman ulaşamayacak olması ne fena!" Ceketimin önünü açıyorum. Bıçaklarımın içinden acımasız görünüşlü, ucu kavisli bir tanesini çekip alıyorum. "Cato'ya, seni benim ellerime bırakırsa izleyicilere müthiş bir şölen yaratacağıma söz verdim." Cümlemi bitirir bitirmez, debelenmeye başlıyor. Ancak şansı yok. "Unut artık, 12. Mıntıka. Seni öldüreceğiz. Tıpkı o hastalıklı küçük dostun gibi. Adı neydi? Hani şu daldan dala atlayan küçük kızdan bahsediyorum. Rue muydu? Ah, evet. Önce Rue, şimdi de sen. Sanırım Aşk Çocuğunu doğanın hünerli ellerine bırakacağız. Kulağa nasıl geliyor? Eee? Nereden başlayalım?" Ceketimin koluyla yüzündeki kanı silip, çenesinden tutuyorum ve kızı sağa sola çeviriyorum.Kız dişlerini ellerime geçirmeye çalışıyor ancak saçının tepesinden tutup, kafasını toprak zemine kilitliyorum. "Sanırım," diye hırlıyorum. "İşe ağzından başlayacağım." Bıçağımı elime alıp, ucunu, ölümü buram buram hissetmeis için dudaklarında gezdiriyorum. Kız, aptalca bir cesaretle gözlerimin içine bakıyor. Ona acıyacağımı düşünüyorsa, yanılıyor. Çünkü ellerim çoktan harekete geçiyor. "Evet. Bence artık bu dudaklara pek ihtiyacın olmayacak. Aşk Çocuğuna son bir öpücük göndermek ister misin?"Ağzının içinde biriken tüm kanı yüzüme türüküyor. Tüm yüzüm iğrenç, kırmızı sıvıyla kaplanınca hiddetleniyorum. "Pekala, madem öyle, hemen işe koyulalım!" Bıçağımın dudağını yardığını hissettiğim anda, biri beni Katniss'in üzerinden çekip havaya kaldırıyor. Neler oluyor? Peeta gerçekten Katniss'in yardımına koşmuş olabilir mi? Tüm kanım çekiirken aklıma gelen ilk şey Cato'ya seslenmek oluyor ama dudaklarım mühürlenmiş gibi. Elinden kurtulmaya çalışıp kendimi sağa sola savuruyorum ancak tüm bedenim korkudan uyuşmuş durumda. Benim hatam. Nasıl bu kadar tecrübesiz olabildim? Başımı çevirince hiçbir ihtimalin doğru olmadığını görüyorum. 11. Mıntıkanın erkek haracı Thresh, nefretle bana bakıyor. Tüm bedenime adrenalin salgılanırken bıçaklarıma uzanmaya çalışıyorum ancak nafile. Son şansım, kaçmak için debelenmek oluyor. Vücudum sarsılırken, Thresh beni Cornucopia'ya yapıştırıyor. "O küçük kıza ne yaptın? Onu öldürdün mü yoksa?" Tüm bildiklerimi unutarak kekelemeye başlıyorum. "Hayır! Hayır ben değildim!" Thresh yakalarımı sımsıkı kavrayıp, bağırmaya devam ediyor. "Adını söyledin. Seni duydum? Onu sen mi öldürdün?" Elinden kurtulmak için debeleniyorum ancak tüm çabalarım boşa gidiyor. Burnum sızlamaya başlarken avuçlarımdan ter fışkırıyor. Yüzüm uyuşmaya başlıyor. "Yoksa onu da sen mi doğradın? Bu kıza yapmak üzere olduğun gibi? Ha?" Beynim işlevini yitiriyor. Paniğe kapılmış bir böcek gibi kaçmaya çalışıyorum. "Hayır... Hayır... Ben..." Thresh, yakalarımı daha sıkı kavrayarak beni Cornuopia'ya vurduruyor. "Cato!" İkinci darbe gelirken, acıyı uzuvlarımda hissediyorum. "Cato!" Boğazımdan korkunç bir çığlık yükseliyor. Ve üçüncü kez bedenim, Cornucopia'nın sert dokusuyla buluşuyor. Acı bağırsak çeperlerime, diş köklerime, tırnak diplerime kadar yayılıyor ve ben, kendimden geçiyorum. Kendi kemiklerimin çatırdamasını bizzat duyarken, babamın sesi kulaklarımda çınlamaya başlıyor. "Ellerin... O güne kadar gördüğüm en küçük, ama en güzel şeydi. Capitol'den gelen eczacı bile iki haftadan fazla yaşayamayacağını söyledi. Ama sen bu savaşı tam 15 yıl aştın. Sen gerçek bir savaşçısın. Ölümle savaştın. Şimdiyse tek fark, ölümle savaşan diğer insanlarla bir arada savaşacak olman. Kızım, hayatımda gördüğüm en güzel şeyin iri bir çocuk tarafından mahvedilmesine izin verme." Ve bundan sonrasında yaptığım tek şey, ellerimi korumaya çalışmak oluyor. Acının geçmesini bekliyorum ancak acı katlanarak artıyor. Sırtımdaki keskin acı bağırsak çeperlerime; ciğerlerimin dokusuna, gırtlağıma, dişlerime yayılıyor. Nefes almaya çalıştıkça ciğerlerim müthiş bir acıyla kavruluyorlar. Sonunda yanmaya tekrar başlıyorum. Ağaçlar üzerime eğiliyor. Karanlık giderek üzerime çökerken, hayal meyal Cato'nun ayak seslerini duyuyorum."Clove!" Mızrağın ucunu görüyorum. "Yalvarırım! Clove! Beni duyuyor musun? Clove! Uyan! Sana ihtiyacım var! Söz verdin!" Çılgınlar gibi haykırmaya başlıyor. Sesi,radyodaki bitmek üzere olan bir şarkının melodisinin giderek alçalması gibi alçalıyor. "Clove! Yalvarırım uyan!" Artık resmen ağlıyor. 100. saniye. 150. saniye.
Cato'nun gözyaşları yüzüme düşerken gülümsemeye çalışıyorum ancak acı damarlarımda dolaşırken bunu yapmam imkansızlaşıyor. Beynim sulanmaya başlıyor. Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyorum. 200. saniye. Yüz kaslarımın yavaş yavaş gevşemeye başladığını hissediyorum. 250. Gözlerim kapanmadan hemen önce gördüğüm tek şey, Cato'nun ağlamaktan şişmiş suratı oluyor. Acı etkisini kaybederken, tüm vücudumu bir serinlik hissi kaplıyor. Başımı yana eğip, Cato'nun elini son kez tutabilmek için parmaklarımı yukarı uzatıyorum ancak içimde bir şeyler patlamaya başlıyor. Nefesim kesiliveriyor ve ben dehşetli bir karanlığa gömülmeden hemen önce, elim sertçe zemine çarpıyor.
CATO'DAN...
Acıya sınırlama getiren bir yasa olmalı. Sabah ağlayarak uyanmakta bir sakınca olmadığının, fakat bunun yalnızca bir kaç gün süreyle yapılacağını söyleyen bir bildirge. Thresh'i, en az onun Clove'u öldürdüğü kadar acılı bir şekilde öldürdüğümde bile, içimde bıraktığı uçurum sona ermedi. İlk bir kaç gün, onu gördüğümü sandım. Yalnızca bir illüzyondan ibaret olsa bile, inanılmaz güzellikteki yıldızlarda onun bir papatya kadar narin yüzünü görür gibi oldum. Bazen yandan profil, bazen portre oluyordu bu. Onsuz tamamen bomboş olan çadırda uyurken onun sesini duyar gibi oluyorum. Bacağımdaki sargıyı değiştirdiğini hissediyorum. Olurda onu kaybetmeye başlarsam diye, hayatta kalmamı sağlayan, onun kapattığı örümcek yarasına bakıyorum. İlk başlarda kapanan kesiğin bıraktığı izin C harfine benzettiğimi hatırlıyorum. Ancak acı bir yumurta akı kadar kaygan ve elle tutulamaz bir şey. Zaman ilerledikçe, onun içimde bıraktığı şeyler acıyla kapanmaya başladı. Acı damarlarımdan akıyor; kalbime, karnıma ve özellikle baldırıma saplanıyordu. Hala bile onun sesinin duyuyorum. Havada savrulan uzun, kahverengi saçını görür gibi oluyorum. Onun karanfil kokusunu duyuyormuşçasına huzur buluyorum. Çadırın ona ayrılan köşesine bakıyorum. Kimi zaman, kırgınca yüzüme bakıyor ve kimi zamanda beni umursamadan bıçaklarını biliyor. O'nun sadece bir halüsinasyon olduğunu idrak ettikten sonra bile, O'nun köşesini izlemeye devam ediyorum. Acı ağır ağır etkisini öfkeye dönüştürmeye başladığında bile onun geri döneceğine inandım. Bunun üzerine etrafta belirtiler aramaya başladım; omzuma konan inanılmaz güzellikteki kelebek. Erken açan kır çiçekleri. Çadırın hemen dibinden fışkıran karanfil. Çift sarılı yumurtalar. Havada felaket yağmur olsa bile, uzaklarda gözüme ilişen bir gökkuşağı. Hepsi, bana onun geri döneceğini vaat ediyordu. Günlerce bekledim. Kafamda durmadan bağırıp çağıran biri vardı ve durmadan aynı şeyi söylüyordu; Cato! Cato! Bazen kendimi, kulaklarımı tıkayıp ileri geri sallanırken buluyorum. Tıpkı, O'nun Marvel'ın öldüğünü öğrendiği zaman korulukta yaptığı gibi. Onu içimde taşıdığımı fark ediyorum. Hırs dolu perdenin altında mutluluk ve ışıkla bakan gözlerini, burnunun yanındaki o büyük çili ve alnının sol tarafındaki minik beni hatırlıyorum. Ve olurda sıcak bir arena sabahında, omzunun neresinde çillerinin olduğunu unutmaya başlarsam diye, ansızın pantolonumu sıyırıp bacağımdaki izin üzerinde parmaklarımı gezdiriyorum. Onu yanımda taşıyorum, gittiğim her yere. Onunla yaşıyorum, onun sayesinde aldığım her nefeste.
Bir vadinin ortasında,
yumuşak yaprakların arasında
Başını yapraklara yasla,
yavaşça gözlerini kapa
Açtığında yanında olacağım
Bir vadinin ortasında, çam ağacının altında
Bir iğde kokusu, rahatlatıcı bir rüzgar
Başını bana yasla, mutluyken uyumaya başla
Gözlerini açtığında sabah olacak artık.
Bir vadinin ortasında, küçük papatyaların arasında
Burası güvenli
Burası sıcak
Papatyalar seni kötülüklerden koruyacak.
Burada rüyaların tatlı, gerçek olacak.
Bir vadinin ortasında, gizli bir köşede...
Affet beni, sevgilim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MINTIKA 2/ CLOVE
FanfictionHerkes Katniss'in dramatik hikayesini biliyor. Herkes, Peeta Mellark'ın yaşadıklarını biliyor. Ama az kişi, diğerlerinin hayatını merak ediyor. Ve çok az kişi, Clove'un zihnine, kalbine, hayatına girebilmek için bu satırları okuyor.