Taehyun'dan nefret ediyorum. Hatta bu hayatta en çok ondan nefret ediyorum. O kadar çok nefret ediyorum ki nefretimden kuduruyorum.
Okulda yolumuz kesiştiğinde koca kolidor bomboş olmasına rağmen dibimden geçerek omzuma çarpmasından nefret ediyorum. Ortak çevreyi paylaşmamızdan, tüm arkadaşlarımın onunda arkadaşları olmasından, gittiğim her yerde karşıma çıkmasından nefret ediyorum. Bebek mavisi saçlarından nefret ediyorum. Çok beğendiğim pembe basketbolcu ayakkabılarını benden önce keşfedip aldığı için nefret ediyorum. Şuan bulunduğumuz basketbol sahasında sanki çok kolaymış gibi topu potadan geçirdikten sonra tribünde oturan bana bakarak alaycı bir gülümseme göndermesinden de nefret ediyorum.
Neden mi buradayım? Çünkü Kai ve Soobin beni satarak okulun basketbol takımına katıldılar. Ben ise çok iyi oynamama rağmen katılmadım. Bunun üç nedeni var. Birincisi basketboldan nefret etmem. Neden bilmiyorum ama basketbolu sevmiyorum. Hiçbir zaman da sevemedim. Küçükken babam zorla basketbol takımına katılmama sebep olduğu için iş oynamaya gelince fazlasıyla iyi olsamda liseye geçince büyük zorluklarla babamı ikna ederek basketbol kariyerimi bitirmiş ve asıl sevdiğim spor olan voleybola yönelmiştim. O gün bugündür de basketbol topuna elimi bile sürmedim.
Diğer bir sebebe gelirsek.
Basketbol takımına katılmamamın ikinci nedeni Kang Taehyun. Maalesef o da takımda. Hem de en değerli oyunculardan biri olarak. Onu bizzat kendi ellerimle boğma şerefine erişebilsem ne kadar mutlu olurdum anlatamam.
Basketbol takımına katılmamamın üçüncü nedeni ise basketbol takımının menajerliğini yapmam. Evet, yanlış duymadınız. Menajerlik. O kadar uyduruk bir görev ki top toplayıcısı olsam inanın daha mutlu olurdum. Her şey Soobin piçi yüzünden. Çünkü Kai'nin anlattığına göre bu fikir tam olarak ondan çıkmış.
Canım arkadaşlarım o kadar düşünceli insanlar ki bana sormadan ismimi basketbol kulübüne yazdırmışlar. Voleybol takımına katılmak için ismimi yazdırmaya giderken bir de ne öğreneyim, basketbol kulübüne seçilmişim bile. Aslanlarım biliyor tabi takımda oynamayacağımı bir de menajer olarak aldırmışlar beni sağolsunlar. Başka bir kulübe geçeyim dedim ancak tüm kulüp ve takım kontenjanlarının tamamı dolmuş. Sadece gezi kulübünde yer varmış. Onu bile seçmeye razıydım ancak gezi kulübünün başında olan kişinin okulun üçüncü haftasında olmamıza rağmen şimdiden en az on dört kez dersimize giren ve girdiği her derste de bağırıp çağırdığı için kafa ütüleyen, dış görünüş olarak Sybill Trelawney'e benzediği için Harry Potter'dan fırlamış gibi duran, ikizler burcu olduğuna kesinlikle emin olduğum, ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden kaçmış gibi davranan kimya öğretmenimiz olduğunu öğrendiğim için mecbur basketbol kulübünde kalmak zorunda kaldım. Yani sonuç olarak yine Soobin'in istediği oldu. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için lafını biraz ciddiye aldığı doğrudur.
"Hey, Porthos!"
Havlusunu terli boynuna atmış tribünde oturan bana doğru yaklaşan Soobin'e baktım. Bir de hiçbir şey olmamış gibi yarım ağız gülüyordu ya... Bu çocuk cidden tam dayaklık.
"Canın neden sıkkın Porthos hazretleri? Dövecekmiş gibi bakıyorsun." dedi gelip tam yanıma otururken.
"Ananı sikmediğime dua et sen Arthos!"
"Anancılık yapmazsak sevinirim."
"Bende babancılık yapmam. Seni sikmediğime dua et."
Sinirli halimden oldukça zevk aldığını belli eden bir şekilde güldü yanımdaki beden.
"Ooo paşalarıma bak. Bensiz mola vermeler, eğlenmeler falan, hayırdır?"
"Gel gel. Ortak ol eğlencemize bir tur da seni döveyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hayat kısa rahipler uçuyor, taegyu
Fanfic"şişman kadınlar cennete gidemez." "ama cehenneme gönderebilir."