"İşin bitince ara gelelim yanına."
"Tamam."
Üstlerini değiştirdikten sonra Soobin ve Kai derse gideceklerini söyleyerek yanımdan ayrılmıştı. Ben ise Taehyun'un üstünü değiştirmesini bekliyordum. Paşam yıllık bakımını falan yapıyordu heralde ki yarım saattir çıkamamıştı soyunma odasından.
Sırtımı duvara vermiş telefonumla ilgilenirken soyunma odasının açılan kapısıyla oraya odaklanmıştım. Önce ıslak, mavi saç tutamları görüş açıma girmiş sonrada kendisi çıkmıştı. Islak havlusunu yandan astığı spor çantasına koyduktan sonra yanıma geldi.
"Kusura bakma. Duş aldım da." dedi umursamaz bir tavırla telefonuyla ilgilenirken.
Ellerim belimde 'gerçekten mi' dercesine bir bakış attım ona. Okulun bitmesine iki ders kalmasına rağmen o, iki dersin birini sadece soyunma odasında oyalanarak geçirmişti. Ve ikimizin kalan o bir derste duyuru yapmak için tüm okulu dolaşmamız gerektiğini varsayarsak Taehyun'u dövebilmek için çok güzel bahaneler vardı artık elimde.
"Düş önüme. Çok az vaktimiz var."
"Emredersin."
Bize lazım olan listeleri almak için neredeyse yirmi dakikadır Bay Hwang'ı bulmaya çalışıyorduk. Kimse tam olarak nerede olduğunu bilmediği için sabahtan beri oradan oraya koşuyor ve Bay Hwang'ı bulmaya çalışıyorduk. Artık götümden nefes almaya başladığıma yüzde yüz emindim.
"Az yavaş olsana. Okul forması var üzerimde, senin gibi rahat koşamıyorum."
Arkadan nefes nefese seslenmemle Taehyun durdu ve elleri dizlerinde soluklanmaya çalışan bana baktı. Üstümde siyah bir sweatshirt, altımda bir santim daha bacağımı açarsam ağının yırtılacağına kesinlikle emin olduğum gri okul pantolonu ve ayağımda eğer koşacaksanız giymenizi kesinlikle ama kesinlikle tavsiye etmediğim kırmızı converselerim vardı. Taehyun'un üzerinde ise yine bir eşofman takımı ve ayağında ona kesinlikle yakıştırmadığım pembe basketbolcu ayakkabıları vardı. Ayrıca antrenmandan çıktığı için vücudunun önceden ısınmış olduğunuda hesaba katarsak kesinlikle benden çok daha avantajlı bir durumdaydı. O da bunu farketmiş olmalı ki duraksadı ve yanına gitmemi bekledi.
Sonunda koşmayı bırakıp aynı hizada yürümeye başladığımızda sinirden patlamamak için kendimi zor tutuyordum. İyi ki bi, sabah uyandığımda "bugün hava çok güzel" demiş, pozitif hissettmiştim. Güzelmiş dediğim şey üç dakika sürmüyordu gerçekten. Sonrasında olabilecek ne kadar aksilik varsa hepsi bir günde başıma gelmiş bana kafayı yedirtmişti. Basketbol kulübüne menajer olarak seçildiğimi, tabiki Taehyun'un da takımda olduğunu, ayrıca başka bir kulübe geçemediğimi öğrenmiş; kaptan beni Taehyun ile görevlendirmiş ve bu rahatsız edici kıyafetlerle Bay Hwang'ı bulacağım diye yirmi tur koşmak zorunda kalmıştım. Ve ben Choi Beomgyu, terlemekten oldum olası nefret eden bir insandım.
Düşüncelerimle boğuşurken bir anda yanımdan gelen sahte öksürük sesiyle irkildim. Hakkımda bildiği tek şey olan ismimi de, gerçekten biliyor mu tartışılır, söylemek bu kadar zor olmasa gerekti.
"Ne var?" dedim tersleyerek.
"Kağıdı suya attın mı?"
Sabır dilenircesine gözlerimi kapatarak derin bir nefes alıp verdim. Hayır Beomgyu, katil olmak için fazlasıyla genç, on yedilik bir çıtırsın. Hayır. Şimdi olmaz.
"Ya sabır! Attım dedim ya oğlum! Ne darlayıp duruyorsun ikide bir?"
Taehyun, pimi çekilmiş, her an patlamaya hazır bomba gibi etrafta dolanan bana bakmaya devam ederken ben ise onu arkamda bırakıp gelmesini beklemeden yürümeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hayat kısa rahipler uçuyor, taegyu
Fanfic"şişman kadınlar cennete gidemez." "ama cehenneme gönderebilir."