1. BÖLÜM

129 6 5
                                    

Voldemort'un yenilgisinden beri bunun hayalini kuruyordu. Perde. Sirius'un ardına düştüğü Perde. Esrar Dairesi'ni en son rüyasında gördüğünde Sirius ölmüştü. Dünya da sonunda Voldemort hakkındaki gerçeğe uyanmıştı ama bunun bedeli onun minnettar olamayacağı kadar ağır olmuştu. Ve gerçek ortaya çıktığında, saldırılar daha da kötüleşmişti.

Kısa bir süre neden orada olduğunu düşündü. Ginny evdeydi, hamileydi ve ona ihtiyacı vardı. Yine de uzak duramıyor gibiydi. Voldemort gitmişti, doğru. Ama o zaman, ölmemesi gereken pek çok insan, iyi insanlar da ölmüştü.

Sirius'un düştüğü yerin tam önünde durana kadar basamakları saydı. Cedric. Sirius. Dumbledore. Hedwig. Moody. Dobby. Tonks'un babası. Remus. Colin Creevy. Tonks. Snape. Fred. Crabbe bile ölmeyi hak etmemişti. Daha fazlası, çok daha fazlası vardı ama hiçbiri ona yakın değildi. Yine de birilerinin yakınıydılar. Belki de bu yüzden uzak duramıyor, başka tarafa bakamıyor ve o anda bile çekip gidemiyordu.

----

Harry irkilerek uyandı. Battaniye sayılmayacak bir şeye sarılmış yerde yatıyordu ve biri kapıyı kırmaya çalışıyor gibiydi.

"Silah nerede?" Dudley sordu. Dudley mi? Perde onu nereye göndermişti? Bu Hagrid'in ona Hogwarts'tan ilk bahsettiği zaman olabilir miydi? Öyle olmalıydı, çünkü Dudley'yle birlikte barakaya benzeyen bir yerde uyudukları başka bir zamanı hatırlayamıyordu.

Arkalarından bir gürültü geldi ve Vernon Enişte elinde bir tüfekle kayarak odaya girdi. Harry homurdandı. Sanki bu HAGRID'e karşı bir işe yarayacaktı. Ama eniştesi bunu bilmiyor gibiydi ve bağırdı: "Kim var orada? Sizi uyarıyorum, silahlıyım!"

Gerçi Harry içeri zorla girmeye çalışan insanların da genellikle silahlı olduklarını akıl edebiliyordu. Ve sanki bir büyücünün Harry için geldiğini bilmiyorlardı. Bu havada başka kim karşıya geçebilirdi ki, hem kimin buna zahmet edeceğinden bahsetmeyelim bile.

PAT! Kapı menteşelerinden fırladı ve büyük bir gürültüyle yere düştü. Hagrid kapının girişinde durmuş, oldukça etkileyici görünüyordu.

Harry bunu tam olarak planlamamıştı, ama en iyisini yapabileceğini düşündü. Voldemort'u alt ettiğinde işler tam olarak kötü gitmemişti, ama o kadar da harika olmamıştı. Belki de ikinci bir şans elde ediyordu. Ve eğer durum buysa, bu şansı kullanmamasının imkânı yoktu.

"Bir fincan çay yapamadınız, değil mi? Kolay bir yolculuk olmadı..." Hagrid başladı. Ve korkutucu ilk izlenimini tamamen mahvetti. Dudley'nin taş kesilmiş bir halde oturduğu kanepeye doğru yürüdü. "Biraz yer aç, seni iri şey" diye söylendi. Dudley, koşup annesinin arkasına saklanırken, o da kocasının arkasına saklanıyordu. "Ve işte Harry! Seni son gördüğümde sadece bir bebektin. Babana çok benziyorsun, ama annenin gözlerini almışsın."

"Derhal gitmenizi talep ediyorum, efendim!" Vernon Enişte komik bir ses çıkararak talepte bulundu. "Bu haneye tecavüz!"

"Ah, kapa çeneni, Dursley, seni koca budala." Harry sırıttı. Geçen sefer, Hagrid'in eniştesine sözlü sataşmasından zevk alamayacak kadar kafası karışmıştı. Hagrid uzanıp silahı simit haline getirdiğinde, Harry'nin sırıtışı daha da büyüdü.

"Her neyse," dedi Hagrid, sanki insanlar düzenli olarak ölümcül silahları lezzetli atıştırmalık yiyecek şekillerine dönüştürüyormuş gibi dikkatini tekrar Harry'ye çevirerek. "Harry, doğum günün kutlu olsun. Burada senin için bir şey var, bir ara üzerine oturmuş olabilirim, ama tadı güzeldir." Üzerinde yeşil krema ile 'Mutlu Yıllar Harry' yazan bir pasta çıkardı.

Harry minnetle, "Teşekkür ederim," dedi ve pastayı kabul etti. Gözlerine uymuş olsa da, Hagrid'in Slytherin rengi kullanmamış olmasını diledi. "Beni tanıyor gibisiniz, ama dediğiniz gibi, bebekliğimden beri birbirimizi görmediysek, kendinizi tanıtabilir misiniz?" Harry kibarca sordu.

Ah Tanrım Yine Mi? (HP AU) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin