Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.
"Yüzü çok güzel, acaba gözleri ne renk?" kulağıma dolan uğultular nihayet anlamlı bir bütün haline gelmeye başladığında birbirine yapışmış gibi ayrılmamakta direnen göz kapaklarımı zor bela aralamıştım nihayet.
"Yeşil." diye mırıldandım başımdaki sesin sahibi kıza. Gözlerimi tam anlamıyla açmayı başardığımda etrafıma bakındım ama tanıdık gelen hiçbir şey yoktu. Neler olduğunu hatırlamak için biraz kendimi zorladığımda sarnıçta bulunan ceset, zaman yolculuğu safsatası, pazar, tokat, baş dönmesi... Hepsi bir bir zihnime dolmuştu. Aklımı dört bir yandan kuşatan anılarla hızla dirseklerimin üzerinde doğruldum.
"Daha iyileşmedin, istirahat etmelisin." diyerek omzumdan iterek tekrar yatıran kıza baktım. 19 - 20 yaşlarında kumral, kahverengi gözlü, açık tenli ve üzerinde dönem dizilerinde gördüğümüz cinsten kıyafetler olan tabiri caizse çıtı pıtı bir kızdı. Yatağımın yanına kurulmuştu.
Onun bir adım arkasındaki ona göre bir tık daha esmer kalan kız da ayakta dikilmiş bana bakıyordu.
"Ne oldu bana, neredeyim?" bir yandan güçlü çıkarmaya çalıştığım sesimle sorularımı sormuş, bir yandan da bulunduğum mekanı inceliyordum.
Taş duvarlarla örülmüş kapalı bir mekandaydım. Duvarların önüne tahtadan raflar, rafların üzerlerine de içlerinde değişik renkli sıvılar ve otlar olan şişeler sıra sıra dizilmişlerdi. Muhtemelen bir şifahaneydi burası.
"Seni çarşının ortasında baygın bulmuş ağalardan biri, alıp buraya getirmiş." diye açıkladı, esmer olan. Konuşurken ben gözlerimi dikmiş ona bakıyordum ama o hiç tam anlamıyla gözlerime bakamamıştı. Bakışları yüzümde saliselik misafir olup hemen sahibi tarafından kaçırılıyordu.
"Peki burası neresi?" diye yineledim sorumu. "Ve lütfen konuşurken yüzüme bakın." diye de son direktifimi verdim.
"Saraydasın." açık tenli olan gülümseyerek cevabımı verirken, ben doğru duyup duymadığımı anlamak için kendime biraz zaman verdim. Ne demek saraydayım? Bu kez bana engel olmalarına izin vermeden doğruldum yattığım yerden.
"Ne demek 'saraydasın', benim ne işim var burada?" deyip yattığım yer yatağından ayaklarımı dışarıya çıkarıp hızla ayaklandım. Üstümü başımı düzeltme bahanesiyle elim karın çevremi yokladığında sakladıklarımın yerli yerinde durduğunu fark edince küçük bir rahatlama yaşadım. Başımı kaldırıp karşımdaki kızlara baktığımda tedirgince birbirlerine bakıyorlardı.
"Ne kadar zamandır buradayım?" umarım sarnıca gitmek için yeterli zamanım vardır. Kenara konulmuş botlarıma yaklaşıp hızlıca ayaklarıma geçirdim. Neyse ki silahımı falan çıkarmıştım oradan.
"Öğleden sonra getirdiler seni, neredeyse yarım gündür buradasın." sorduğum her sorunun cevabı daha büyük bir kaosa sürüklüyordu beni.
"Nasıl çıkabilirim buradan?" alacağım cevaptan korkarak sorduğum bir diğer soru da buydu.
"Çıkamazsın." sesinin kısıklığı muhtemelen tepkimden çekindiği içindi, ki oldukça haklıydı çekinmekte zira her an çıldırabilirdim.
"Af Buyur?" diye mırıldandım kızın üzerine doğru yavaş adımlarla yürürken. Ben ilerledikçe kızlar geriye doğru gitmeye başlamışlardı. Sayı olarak fazla olmalarının hiçbir ehemmiyeti yoktu çünkü gözlerimdeki deli bakışları görmüşlerdi.
"Seni buraya getiren ağa, ne gidecek bir yerinin ne de kimin kimsen olmadığını söyleyince seni hareme aldılar. " derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Sakinleşip mantığımla hareket etmem gerekiyordu. Gözlerimi kapatıp bir süre sakince düşünmeye çalıştım. Daha sonra hızlıca açtığım gözlerimi karşımdaki açık tenli kıza diktim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN SARNICI
Science Fiction21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yerebatan Sarnıcı'na gider. Gün boyu davayla uğraşması sonucu aklındaki soru işaretlerini gideremeyince soluğu yeniden cinayet mahallinde alır. G...