Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.
Günler birbirini kovalarken ben de yaşantıma hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye çalışıyordum. Ben gün içinde her ne kadar kendimi işime verip hayattan soyutlansam da gün sonunda yaprakları birer birer eksilen papatyalar öyle ya da böyle beni mutlaka buluyordu. Tıpkı şimdi de bulduğu gibi.
Bir davanın soruşturması için bugün, gün boyu dışarıdaydım. Arif ile birlikte mesai bitiminde emniyete hiç uğramadan sahildeki balık ekmek satılan yerlerden birine oturmuştuk. İştahla elimdeki ekmeği gömerken, yanımdan tesadüfen bir adam geçmiş ve yine eminim ki tesadüfen(!) bana bırakılan not kağıtlarından birini - ki bunun içinde bir şey yazmıyordu - ve yoluna yoluna sadece üç yaprağı kalmış bir papatyayı yine ve yine tesadüfen(!) benim yanıma, ayağımın dibine düşürmüştü. Olayı anlamaya çalışan zavallı Arif adamın peşinden gidecekken onu durdurmuş ve üstelememesini söylemiştim. Her ne kadar kuşkulansa da benim rahat tavrım sayesinde adamın cebindeki çöpleri düşürdüğüne nihayet ikna olmuştu.
Arif'i ikna etmiştim etmesine ama kendim bu işin içinden çıkamıyordum. Ne yapmam gerektiğine bir türlü karar veremiyordum. Ölümle tehdit edildiğimi biliyor ama bu durumu çok önemsemiyordum. Benim asıl sorunum bu görevi yapıp yapmamakla ilgiliydi. Aslında sadece bana verilen görev bazlı düşünürsem gayet kabul edebileceğim bir durumdu; ama benim kabul edemediğim şey, böylesine dolambaçlı bir serüvenin ve kurumun içinde yer alıyor olmaktı. Bu kaldırabileceğim bir şey değildi. Bu yüzden sanırım yapabileceğim en doğru şey akıl almak olacaktı.
Arif'i evine bırakıp kendi evime geçmeden, yolda arabayı sağa çekip babamı aradım.
"Gonca?" sert çıkan sesi bile yüzümü gülümsetmişti.
"İyi akşamlar baba. Müsaitsen sana bir şey sormak istiyordum?" ne kadar ciddi olursam olayım babamın yanında sesim kedi gibi çıkıyordu. Bu ondan korktuğum için değil, işinin getirdiği ciddiyete duyduğum saygıdandı. Sanki karşımdaki babam değil de komutanımmış gibi hissediyordum. Çocukluktan beri polis olmak istediğimi bildiği için, göreve gitmediği zamanlarda başlamıştı beni eğitmeye. O yüzden baba kavramından ziyade komutandı benim için. Eğitimlerde ona komutanım diye seslenmemi istediği zamanlarda, baba diye seslendiğim zamanlardan daha rahattım aslında. Şu an bile konuşurken bir anda ağzımdan komutanım kelimesi çıkacakmış gibiydi.
"Bir sorun mu var?" sesindeki ciddiyetin tonu bir tık daha artarken derin bir nefes alıp başımı yukarıya kaldırdım ve arabanın camından şehrin ışıkları altında geçip giden arabaları izledim.
"Önemli bir şey yok merak etme." kesinlikle önemli bir şey yoktu, sadece beş yüz yıl kadar geçmişe şöyle bir gidip gelmem gerekiyordu. "Sadece önemli bir karar almak üzereyim ve senin de fikrini almak istedim." bu cümleyi anneme kursaydım kesinlikle aklına gelen ilk şey evleneceğim olurdu; neyse ki babama kurmuştum da o, benim işiyle evli biri olduğumu biliyordu.
"Nasıl bir karar?" işte dananın kuyruğu burada kopuyordu sanırım. Ona gerçeği söyleyemezdim, ki söyleseydim bundan anında haberdar olurlardı çünkü telefonlarımı dinlediklerinden hatta daha fazlasını yaptıklarından emindim.
"Devletin görünmeyen kademelerinden biri gizli bir görev için beni uygun gördüklerini söyleyip, onlarla çalışmamı talep ettiler. Be-"
"Devlet talep etmez Gonca, emreder!" sert uyarısıyla sinirle gözlerimi yumdum.
"Haklısın, özür dilerim. Sadece ben ne yapacağımı bilmiyorum. Bu göreve gidip gitmemek konusunda çok kararsızım." camı açıp arabanın biraz serin havayla dolmasını sağladım. Soğuk bedenime canlılık kazandırıp, beni kendime getiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN SARNICI
Science Fiction21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yerebatan Sarnıcı'na gider. Gün boyu davayla uğraşması sonucu aklındaki soru işaretlerini gideremeyince soluğu yeniden cinayet mahallinde alır. G...